Sözler - page 874

Sua l
: Niçin Cenab-› Hakk›n s›fât ve esmas›n›n mari-
feti, “enaniyet”e ba¤l›d›r?
E l c ev ap
: Çünkü, mutlak ve muhit bir fleyin hududu
ve nihayeti olmad›¤› için, ona bir flekil verilmez ve üstü-
ne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez,
mahiyeti ne oldu¤u anlafl›lmaz. Meselâ, zulmetsiz daimî
bir ziya, bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit hakikî veya
vehmî bir karanl›k ile bir hat çekilse, o vakit bilinir.
‹flte, Cenab-› Hakk›n, ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm
gibi s›fât ve esmas› muhit, hudutsuz, fleriksiz oldu¤u için,
onlara hükmedilmez ve ne olduklar› bilinmez ve hisso-
lunmaz. Öyle ise, hakikî nihayet ve hadleri olmad›¤›n-
dan, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâz›m geliyor. Onu
da “enaniyet” yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhu-
me, bir malikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder, bir
had çizer, onunla muhit s›fatlara bir hadd-i mevhum va-
zeder. “Buraya kadar benim, ondan sonra Onundur” di-
ye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücüklerle onlar›n
mahiyetini yavafl yavafl anlar.
Meselâ, daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, da-
ire-i mümkinatta Hâl›k’›n›n rububiyetini anlar. Ve zahir
malikiyetiyle, Hâl›k’›n›n hakikî malikiyetini fehmeder ve
“Bu haneye malik oldu¤um gibi, Hâl›k da flu kâinat›n
malikidir” der. Ve cüz’î ilmiyle Onun ilmini fehmeder. Ve
kisbî sanat盤›yla O Sâni-i Zülcelâl’in ibda-i sanat›n› an-
lar. Meselâ, “Ben flu evi nas›l yapt›m ve tanzim ettim; öy-
le de, flu dünya hanesini birisi yapm›fl ve tanzim etmifl”
cüz’î ilim:
az›c›k bilgi.
daimî:
sürekli, devaml›.
daire-i mülk:
tasarruf edebilece-
¤i mülkü.
daire-i mümkinat:
olabilirlik da-
iresi, akl›n imkân›nda olan yerler.
enaniyet:
benlik.
esma:
isimler.
farazî:
hayalî, var say›lan.
fehmetmek:
anlamak.
had:
s›n›r.
hadd-i mevhum:
hayali bir s›n›r
koyma.
hakikî:
gerçek.
Hakîm:
her fleyi hikmetle yara-
tan Allah.
Hâl›k:
her fleyi yoktan yaratan
Allah.
hane:
ev.
hat:
çizgi.
hudut:
s›n›rlar.
hükmetmek:
karar vermek.
ibda-i sanat:
benzersiz güzellikte
sanat eseri meydana getirme.
ilim:
bilgi.
kisbi:
ferdi çal›flma ürünü.
kudret:
güç, kuvvet; iktidar.
mahiyet:
bir fleyin ne oldu¤u, iç
yüzü asl›, esas›, hakikati.
malik:
sahip.
malikiyet:
sahip ve hâkim olma;
sahibiyet.
marifet:
tan›ma, bilme.
mevhum:
gerçekte var olmad›¤›
hâlde var say›lan.
muhit:
ihata eden, kuflatan; ihata
etme, kuflatma.
mutlak:
kay›ts›z, s›n›rs›z.
nihayet:
s›n›r, son.
Rahîm:
rahmeti her fleyi kuflatan,
sonsuz flefkat ve merhamet sahi-
bi Allah.
rububiyet:
Cenab-› Hakk›n her
zaman ve her yerde her mahlûka
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
terbiye etme ve beslemesi.
rububiyet-i mevhume:
ha-
yali bir rububiyet.
Sâni-i Zülcelâl:
kudret ve
azamet sahibi yarat›c› sanat-
kâr olan Allah.
sual:
soru.
suret:
flekil, biçim, görünüfl.
s›fât:
vas›flar, özellikler.
flerik:
ortak, yard›mc›.
taayyün:
görünme, belirlen-
me.
taksimat:
bölmeler, paylafl-
t›rmalar.
tanzim etmek:
düzenlemek.
tasavvur:
düflünme, hayal
etme.
vazetmek:
bir fleyin yerine
baflka bir fley koyma.
vehmî:
var say›lan, olmad›¤›
hâlde var kabul edilen.
zahirî:
görünüflte.
ziya:
›fl›k.
zulmet:
karanl›k.
874 | SÖZLER
O
TUZUNCU
S
ÖZ
1...,864,865,866,867,868,869,870,871,872,873 875,876,877,878,879,880,881,882,883,884,...1482
Powered by FlippingBook