Sözler - page 562

uzakt›r. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksad›, ehl-i usu-
lüddin ve ulema-i ilm-i kelâm›n makas›d› içinde görün-
meyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir. ‹flte
onun içindir ki, mevcudat›n tafsil-i mahiyetinde ve ince
ahvallerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmifller. Fakat hakikî
hikmet olan ulûm-u âliye-i ‹lâhiye ve uhreviyede o kadar
geridirler ki, en basit bir mü’minden daha geridirler. Bu
s›rr› fehmetmeyenler, muhakkikîn-i ‹slâmiyeyi, hükema-
lara nispeten geri zannediyorlar. Hâlbuki, ak›llar› gözle-
rine inmifl, kesrette bo¤ulmufl olanlar›n ne haddi var ki,
veraset-i nübüvvet ile makas›d-› âliye-i kudsiyeye yetiflen-
lere yetiflebilsinler.
Hem, her bir fley iki nazar ile bak›ld›¤› vakit, iki muh-
telif hakikati gösteriyor. ‹kisi de hakikat olabilir. Fennin
hiçbir hakikat-i kat’iyesi, Kur’ân’›n hakaik-› kudsiyesine
iliflemez. Fennin k›sa eli, onun münezzeh ve muallâ dâ-
menine eriflemez. Numune olarak bir misal zikrederiz.
Meselâ, küre-i arz ehl-i hikmet nazar›yla bak›lsa, haki-
kati fludur ki: Günefl etraf›nda mutavass›t bir seyyare gi-
bi, hadsiz y›ld›zlar içinde döner. Y›ld›zlara nispeten küçük
bir mahlûk. Fakat, ehl-i Kur’ân nazar›yla bak›ld›¤› vakit,
On Beflinci Sözde izah edildi¤i gibi, hakikati flöyledir ki:
Semere-i âlem olan insan, en cami, en bedî ve en âciz,
en aziz, en zay›f, en lâtif bir mu’cize-i kudret oldu¤undan,
beflik ve meskeni olan zemin, semaya nispeten madde-
ten küçüklü¤üyle ve hakaretiyle beraber, manen ve sana-
ten bütün kâinat›n kalbi, merkezi, bütün mu’cizat-› sa-
nat›n›n meflheri, sergisi, bütün tecelliyat-› esmas›n›n
âciz:
gücü yetmez, zavall›.
ahval:
hâller, durumlar.
aziz:
muhterem, sayg›n.
bedî:
eflsiz güzel.
cami:
toplayan, içine alan.
dâmen:
etek.
ehemmiyet:
önemli olma, de¤er-
lilik.
ehl-i felsefe:
felsefe ile u¤raflan
filozoflar.
ehl-i hikmet:
felsefe ile meflgul
olan ilim adamlar›, hikmet ehli.
ehl-i Kur’ân:
Kur’ân’a inan›p, ona
uyanlar.
ehl-i usulüddin:
‹slâm›n inanç
esaslar›n› inceleyen ilim adamlar›.
etraf:
taraflar, çevreler.
fehim:
anlama.
fen:
uygulamal› bilimler.
had:
yetki, de¤er.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hakaik-i kudsiye:
mukaddes,
kutsal gerçekler.
hakaret:
hakirlik, horluk.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i kat’iye:
kesin gerçek-
ler.
hakikî:
gerçek.
hikmet:
‹lâhî gaye.
hükema:
bilim adamlar›, filozof-
lar.
izah:
aç›kça ortaya koyma.
kâinat:
bütün âlemler.
kesret:
çokluk, ço¤unluk.
küre-i arz:
yer yuvarla¤›, dünya.
lâtif:
tatl›, flirin.
maddeten:
madde ve cisim ola-
rak.
mahlûk:
yarat›k.
makas›d:
maksatlar, gayeler.
makas›d-› âliye-i kudsiye:
yüce,
kutsal maksatlar, gayeler.
maksat:
var›lmak istenen nokta.
manen:
manaca, anlam bak›m›n-
dan.
merkez:
teflkilât olan yerin en
yüksek makam›.
mesken:
ikamet olunan, oturulan
ev.
meflher:
teflhir yeri, sergi.
mevcudat:
var olan her fley.
misal:
örnek.
muallâ:
yüce, yüksek, âlî.
mu’cizat-› sanat:
sanat harikala-
r›.
mu’cize-i kudret:
Cenab-› Hakk›n
kudretinin mu’cizesi.
muhakkikîn-i ‹slâmiye:
konular›
derinlemesine araflt›r›p bulan ‹s-
lâm âlimleri.
muhtelif:
çeflitli, farkl›.
mutavass›t:
vasat olan, orta bü-
yüklükte bulunan.
mü’min:
iman eden, inanan.
münezzeh:
temiz, pak, beri.
nazar:
bak›fl, görüfl.
nispet:
oran, k›yas.
numune:
örnek.
sanaten:
sanat bak›m›ndan.
sema:
gökyüzü.
semere-i âlem:
âlemin mey-
vesi.
seyyare:
gezegen.
s›r:
bir fleyin veya iflin dikkat,
tecrübe, yetenek ve tecrübe
ile anlafl›labilen en ince yan›.
tafsil-i mahiyet:
iç yüzün ay-
r›nt›l› olarak anlat›lmas›.
tecelliyat-› esma:
Cenab-›
Hakka ait isimlerin kâinat ve
mahlûkat üzerinde görülen
tecellileri.
ulema-i ilm-i kelâm:
‹slâm›n
inanca ait meselelerini incele-
yen ilim adamlar›.
ulûm-u âliye-i ‹lâhiye:
yük-
sek dinî ilimler.
ulûm-u âlîye-i uhreviye:
ahi-
rete ait yüksek ilimler.
veraset-i nübüvvet:
Pey-
gamber vârisli¤i.
zan:
sanma.
zemin:
yeryüzü.
zikir:
anmak.
562 | SÖZLER
Y
‹RM‹
D
ÖRDÜNCÜ
S
ÖZ
1...,552,553,554,555,556,557,558,559,560,561 563,564,565,566,567,568,569,570,571,572,...1482
Powered by FlippingBook