Sözler - page 558

nazar›m›z ona dar geliyor. Akl›m›za s›¤›flt›ram›yoruz. Me-
selâ:
1
@ n
¿ho
QÉn
gn
h ?'
Sƒo
e p
ÜGn
ƒ n
K o
?r
ãp
e o
¬ n
d n
»p
£r
Yo
G Gn
ò'
g n
CGn
ôn
b r
øn
e
Yani,
o
¬n
dn
h ,n
Ú/
n
ŸÉn
©r
dG u
Ün
Q ,n
Ú/
°Vn
Qn
’r
G u
Ün
Qn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG u
Ün
Q ! o
ór
ªn
ë r
dn
G
! o
ór
ªn
ër
dn
G @ o
º«/
µn
?r
G o
õj/
õn
© r
dGn
ƒo
gn
h ¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG p
‘ o
ABÉ n
jp
ôr
Ñp
µ r
dG
o
án
ªn
¶n
© r
dG o
¬n
dn
h ,n
Ú/
ª n
dÉn
© r
dG u
Ün
Q n
Ú/
°Vn
Qn
’r
G u
Ün
Qn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG u
Ün
Q
o
?r
?o
Ÿr
G o
¬n
dn
h @ o
º«/
µn
?r
G o
õj /
õn
©r
dG n
ƒo
gn
h p
¢Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG p
2
@ o
º«/
µ
n
?r
G o
õj /
õn
© r
dGn
ƒo
gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG t
Ün
Q
‹nsafs›z ve dikkatsizlerin en ziyade nazar-› dikkatini
celp eden flu gibi rivayetlerdir. Hakikati fludur ki:
Dünyada dar nazar›m›zla, k›sac›k fikrimizle Mûsa ve
Harun Aleyhisselâmlar›n sevaplar›n› ne derece tasavvur
ediyoruz, biliyoruz? Âlem-i ebediyette, Rahîm-i Mutlak,
saadet-i ebediyede nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir
tek virde mukabil verece¤i hakikat-i sevap, o iki zat›n se-
vaplar›na—fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren
sevaplar›na—müsavi olabilir.
Meselâ, bedevî, vahflî bir adam hiç padiflah› görme-
mifl, saltanat haflmetini bilmiyor. Bir köyde bir a¤ay›
nas›l tasavvur eder, o mahdut fikriyle, bir padiflah› ondan
büyükçe bir a¤a kadar bilir. Hatta, bizde sadedil bir taife
var ki, eskiden diyorlard› ki: “Padiflah, kendi oca¤› ya-
n›nda ve tenceresinin bafl›nda piflirdi¤i bulgur çorbas› ya-
n›nda ne yap›yor; bizim a¤am›z onu biliyor.” Demek on-
lar, padiflah› o kadar dar bir vaziyette ve adî bir surette
abd:
kul.
adî:
s›radan, baya¤›.
âlem:
bütün yarat›lm›fllar.
âlem-i ebediyet:
sonsuzluk âle-
mi.
azamet:
büyüklük, yücelik.
bedevî:
göçebe tarzda, çölde ya-
flayan.
celp:
çekme.
daire-i ilim:
ilim dairesi.
derece:
miktar.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i sevap:
sevaba ait olan
gerçek.
hamd:
övme, yüceltme.
haflmet:
ihtiflam, heybet.
hikmet:
kâinattaki ve yarat›l›flta-
ki ‹lâhî gaye.
izzet:
fleref, yücelik.
mahdut:
s›n›rland›r›lm›fl.
mahsus:
has.
mukabil:
karfl›l›k.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakk› bulunan fley.
nazar:
bak›fl, görüfl, teveccüh.
nazar-› dikkat:
dikkatli bak›fl.
nihayetsiz:
sonsuz.
padiflah:
hükümdar, sultan.
Rab:
her fleyin sahibi; yaratan,
terbiye eden Allah.
Rahîm-i Mutlak:
sonsuz rahîmi-
yeti kayda, flarta ba¤l› olmayan
merhamet sahibi olan Allah.
rivayet:
nakil.
saadet-i ebediye:
zevalsiz, sonu
olmayan mutluluk.
sadedil:
saf gönüllü, temiz kalpli.
saltanat:
sultanl›k, padiflahl›k.
semavat:
semalar, gökler.
sevap:
hay›rl› bir ifle karfl› Allah
taraf›ndan verilen mükâfat.
suret:
biçim.
tahmin:
önceden kestirilen, dü-
flünülen fley.
taife:
kabile, gurup, boy.
tasavvur:
düflünme, göz önüne
getirme.
vahflî:
yabanî, medenîleflmemifl.
vaziyet:
durum.
virt:
zikir.
zat:
kifli, flah›s.
ziyade:
fazla.
1.
Kim bunu okursa, Mûsa ve Harun’un sevab› kadar sevap verilir. (fieyh Ahmed Gümüflhane-
vî,
Mecmuatü’l-Ahzab
, s. 263.)
2.
Göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. • Göklerde ve yerlerde büyüklük sa-
dece âlemlerin Rabbi olan Ona mahsustur. O, sonsuz izzet ve hikmet sahibidir. • Hamd gök-
lerin ve yerlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. • Göklerde ve yerlerde azamet sadece Âlem-
lerin Rabbi olan Onundur. O sonsuz izzet ve hikmet sahibidir.• Mülk sadece Onundur. O se-
mavat›n Rabbidir ve sonsuz izzet, hikmet sahibidir. (
Mecmuatü’l-Ahzab
, s. 350.)
558 | SÖZLER
Y
‹RM‹
D
ÖRDÜNCÜ
S
ÖZ
1...,548,549,550,551,552,553,554,555,556,557 559,560,561,562,563,564,565,566,567,568,...1482
Powered by FlippingBook