Hem meselâ, Hazret-i Davud Aleyhisselâm›n mu’cize-
lerine dair
1
@ p
¥Gn
ôr
°Tp
’r
Gn
h u
?p
ûn
©r
dÉp
H n
ør
ëu
Ñn
°ùo
j o
¬n
©n
e n
?Én
Ñp
ér
dG Én
fr
ôs
în
°S És
fp
G
2
@ n
ójp
ón
ër
dG o
¬n
d És
æn
dn
Gn
h n
ôr
«s
£dGn
h o
¬n
©n
e »/
H u
hn
G o
?Én
Ñp
LÉn
j
ve
3
p
ôr
«` s
£dG n
?p
£r
æn
e Én
ær
ª u
?o
Y
ayetler delâlet ediyor ki, Cenab-› Hak,
Hazret-i Davud Aleyhisselâm›n tesbihat›na öyle bir kuv-
vet ve yüksek bir ses ve hofl bir eda vermifltir ki, da¤lar›
vecde getirip birer muazzam fonograf misillü ve birer in-
san gibi, bir serzakirin etraf›nda ufkî halka tutup, bir da-
ire olarak tesbihat ediyorlard›. Acaba bu mümkün mü-
dür, hakikat midir?
Evet, hakikattir. Ma¤aral› her da¤, her insanla ve insa-
n›n diliyle, papa¤an gibi konuflabilir. Çünkü, aks-i seda
vas›tas›yla, da¤›n önünde sen “Elhamdülillâh” de; da¤ da
aynen senin gibi “Elhamdülillâh” diyecek. Madem bu ka-
biliyeti Cenab-› Hak da¤lara ihsan etmifltir; elbette, o ka-
biliyet inkiflaf ettirilebilir ve o çekirdek sümbüllenir.
‹flte, Hazret-i Davud Aleyhisselâma, risaletiyle beraber
hilâfet-i rûy-i zemini müstesna bir surette ona verdi¤in-
den, o genifl risalet ve muazzam saltanata lây›k bir mu’ci-
ze olarak o kabiliyet çekirde¤ini öyle inkiflaf ettirmifl ki,
çok büyük da¤lar birer nefer, birer flakirt, birer mürit gi-
bi Hazret-i Davud’a iktida edip onun lisan›yla, onun em-
riyle, Hâl›k-› Zülcelâl’e tesbihat ediyorlard›. Hazret-i Da-
vud Aleyhisselâm ne söylese, onlar da tekrar ediyorlard›.
Nas›l ki, flimdi vesait-i muhabere ve vesail-i irtibat›n kes-
ret ve tekemmülü sebebiyle, haflmetli bir kumandan,
SÖZLER | 409
Y
‹RM‹NC‹
S
ÖZ
Elhamdülillâh:
ne kadar hamd ve
medih varsa, kimden gelse ve ki-
me karfl› olsa ezelden ebede ka-
dar Ona hast›r ve lây›kt›r.
fonograf:
ses cihaz›.
hakikat:
gerçek.
Hâl›k-› Zülcelâl:
“celâl, azamet ve
kibriya sahibi yarat›c›” anlam›nda
Allah’›n bir s›fat›.
haflmet:
ihtiflam, heybet.
hilâfet-i rûy-i zemin:
yeryüzü-
nün halifesi.
ihsan:
ikram etme, lütuf.
iktida:
tâbi olma, uyma.
inkiflaf:
ortaya ç›kma, geliflme.
kabiliyet:
d›fltan gelen tesirleri
alabilme gücü, istidat, yetenek, li-
yakat.
kesret:
çokluk.
lây›k:
liyakatli, münasip.
misillü:
benzeri.
muazzam:
çok büyük.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mürit:
dervifl.
müstesna:
mümtaz, benzerlerin-
den üstün olan.
nefer:
er, rütbesiz asker.
risalet:
elçilik, resullük.
saltanat:
sultanl›k, hükümdarl›k.
serzakir:
zikredenlerin bafl›.
suret:
biçim, tarz.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
tekemmül:
olgunlaflma, mükem-
melleflme.
tesbih:
Allah’›n zat›nda, s›fât›nda
ve fiillerinde bütün noksanlardan
uzak oldu¤unu ifade etme.
tesbihat:
Cenab-› Hakk›n bütün
noksan s›fatlardan uzak ve bütün
kemal s›fatlara sahip oldu¤unu
ifade eden sözler.
ufkî:
ufka ait, yatay.
vecd:
kendini kaybedercesine
‹lâhî aflka dalma.
vesail-i irtibat:
insanlarla iliflki
kurma araçlar›.
vesait-i muhabere:
haberleflme
vas›talar›.
aks-i seda:
ses yank›lanmas›.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümle-
si.
Cenab-› Hak:
Hakk›n tâ ken-
disi olan, fleref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
çekirdek:
öz, nüve.
delâlet:
delil olma, gösterme.
eda:
üslûp, ifade.
1.
Biz da¤lar› onun emrine verdik ki, akflam sabah onunla beraber tesbih eder. (Sad Suresi:
18.)
2.
“Ey da¤lar ve kufllar, onunla beraber tesbih edin” dedik. Demiri de onun için yumuflatt›k.
(Sebe Suresi: 10.)
3.
Bize kufllar›n dili ö¤retildi. (Neml Suresi: 16.)