Sözler - page 400

1
o
A B É°n
ûn
j r
øn
e /
?p
Qƒo
æp
d *G …p
ór
¡n
j m
Qƒ o
f '
¤n
Y
(HAfi‹YE)
l
Qƒo
f l
QÉn
f o
¬r
°ùn
°ùr
ªn
J r
ºn
d r
ƒn
dn
h
ayeti, pek çok envara, esrara iflaretle beraber elektri¤e
dahi remzediyor.
fiu ikinci k›s›m, hem çok zatlar onlarla u¤raflt›¤›ndan,
hem çok dikkat ve izaha muhtaç oldu¤undan ve hem
çok oldu¤undan, flimdilik flimendifer ve elektri¤e iflaret
eden flu ayetlerle iktifa edip o kap›y› açmayaca¤›m.
Birinci k›s›m ise, mu’cizat-› enbiya suretinde iflaret edi-
yor. Biz dahi o k›s›mdan baz› numuneleri misal olarak
zikredece¤iz.
Mukaddeme
‹flte, Kur’ân-› Hakîm, enbiyalar›, insan›n cemaatlerine
terakkiyat-› maneviye cihetinde birer pifldar ve imam
gönderdi¤i gibi, yine insanlar›n terakkiyat-› maddiye su-
retinde dahi, o enbiyan›n her birisinin eline baz› harika-
lar verip yine o insanlara birer ustabafl› ve üstat etmifltir.
Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor.
‹flte, enbiyalar›n manevî kemalât›n› bahsetmekle in-
sanlar› onlardan istifadeye teflvik etti¤i gibi, mu’cizatla-
r›ndan bahis dahi, onlar›n nazirelerine yetiflmeye ve tak-
litlerini yapmaya bir teflviki iflmam ediyor. Hatta denile-
bilir ki, manevî kemalât gibi maddî kemalât› ve harikalar›
âlem-i ‹slâm:
‹slâm âlemi.
cemaat:
topluluk.
cihet:
yön.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
envar:
nurlar, ›fl›klar.
esaret:
esirlik.
esrar:
s›rlar.
fanus:
içinde mum yak›lan bü-
yük fener.
hafliye:
bir kitab›n sayfalar›n›n
kenar›na veya alt›na yaz›lan aç›k-
lay›c› yaz›, dipnot.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi görme.
imam:
rehber.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
iflmam:
koklatma; hafif olarak
duyurma, ç›tlatma.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
izah:
aç›kça ortaya koyma.
kâfir:
Allah’› ve ‹slâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kandil:
lâmba.
kemalât:
faziletler, iyilikler, ol-
gunluklar.
kudret:
Allah’›n bütün varl›¤› çev-
releyen ezelî kuvveti.
Kur’ân-› Hakîm:
her ayet ve su-
resinde say›s›z hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
manevî:
manaya ait.
misal:
numune, örnek.
mu’cizat:
mu’cizeler.
mu’cizat-› enbiya:
peygamberle-
rin mu’cizeleri.
mukaddeme:
ön söz, girifl.
mü’min:
iman eden, inanan.
mübarek:
feyizli, bereketli.
nazire:
örnek, benzer.
numune:
örnek.
nur:
›fl›k, flule.
pifldar:
öncü.
remiz:
iflaret.
suret:
biçim, tarz.
flimendifer:
tren.
taklit:
sahte.
terakkiyat-› maddiye:
maddî
ilerlemeler, geliflmeler.
terakkiyat-› maneviye:
manevî
yükselmeler.
teflvik:
flevklendirmek, istek
uyand›rmak.
üstat:
ö¤retmen, usta.
1.
Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvas› gibidir ki, onda bir
kandil vard›r. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir y›ld›za ben-
zer ki, ne do¤uya, ne de bat›ya ait olmayan mübarek bir a¤ac›n yak›t›ndan tutuflturulur. Onun
yak›t›, kendisine atefl dokunmasa bile ›fl›k verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah
diledi¤ini nuruna kavuflturur. (Nur Suresi: 35.)
2.
Onun yak›t›, kendisine atefl dokunmasa bile ›fl›k verecek kabiliyettedir. (Nur Suresi: 35.)
400 | SÖZLER
Y
‹RM‹NC‹
S
ÖZ
HAfi‹YE:
2
m
Qƒo
f '
¤n
Y l
Qƒo
f l
QÉn
f o
¬° r
ùn
°ù r
ªn
J r
ºn
d r
ƒn
d n
h o
Å=°
p
†o
j Én
¡o
àr
jn
R o
OÉn
µn
j
cümlesi, o remzi
›fl›kland›r›yor.
1...,390,391,392,393,394,395,396,397,398,399 401,402,403,404,405,406,407,408,409,410,...1482
Powered by FlippingBook