28 | SÖZLER
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ
çeviren ve gezdiren; ve zerrat› muntazam memurlar gibi
istihdam eden Zat-› Akdes-i ‹lâhînin fleriki, naziri, z›dd›,
niddi olmad›¤› gibi,
1
o
Ò°
p
ü n
Ñr
dG o
™«
p
ª° s
ùdG n
ƒ o
g n
h l
A r
?n
T
p
¬ p
? r
ã p
ªn
c ¢ n
ù r
«n
d
s›r-
r›yla, sureti, misli, misali, flebihi dahi olamaz. Fakat,
2
o
º«
p
µ
n
?r
G o
õj
p
õn
©r
dG n
ƒ o
g n
h ¢ p
V r
Qn
’r
Gn
h p
äG n
ƒ
n
ª° s
ùdG p
‘
n
¤ r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G o
¬n
d n
h
s›r-
r›yla, mesel ve temsil ile fluunat›na ve s›fât ve esmas›na
bak›l›r. Demek, mesel ve temsil, fluunat nokta-i nazar›n-
da vard›r.
fiu mezkûr hadis-i flerifin çok makas›d›ndan birisi flu-
dur ki:
‹nsan, ism-i Rahman’› tamam›yla gösterir bir surette-
dir. Evet, sab›kan beyan etti¤imiz gibi, kâinat›n simas›n-
da bin bir ismin flualar›ndan tezahür eden ism-i Rahman
göründü¤ü gibi, zemin yüzünün simas›nda rububiyet-i
mutlaka-i ‹lâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i
Rahman gösterildi¤i gibi, insan›n suret-i camias›nda, kü-
çük bir mikyasta, zeminin simas› ve kâinat›n simas› gibi yi-
ne o ism-i Rahman’›n cilve-i etemmini gösterir demektir.
Hem iflarettir ki, Zat-› Rahmanirrahîm’in delilleri ve
âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o
Zat-› Vacibü’l-Vücud’a delâletleri kat’î ve vaz›h ve zahir-
dir ki, güneflin timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine
parlakl›¤›na ve delâletinin vuzuhuna iflareten, “O âyine
günefltir” denildi¤i gibi; “‹nsanda suret-i Rahman var”
vuzuh-u delâletine ve kemal-i münasebetine iflareten de-
nilmifl ve denilir. Ve ehl-i vahdetülvücudun mutedil k›sm›,
timsal:
görüntü, örnek, nu-
mune.
vaz›h:
aç›k, aflikâr, besbelli.
vuzuh:
aç›k ve anlafl›l›r olma;
netlik.
vuzuh-u delâlet:
iflaret ve
ifadenin aç›k oluflu.
zahir:
görünür, apaç›k.
Zat-› Akdes-i ‹lâhî:
her türlü
noksanlardan uzak, en kudsî
‹lâhî zat; Allah.
Zat-› Rahmanirrahîm:
yar-
d›m, ihsan ve merhamet sahi-
bi zat olan Allah.
Zat-› Vacibü’l-Vücud:
varl›¤›
vacip olan, zatî ve ezelî varl›k
sahibi Allah.
zemin:
yer.
zerrat:
atomlar.
zîhayat:
hayat sahipleri, can-
l›lar.
z›t:
bir fleyin aksi, tersi, kar-
fl›t›.
1.
Onun hiç bir benzeri yoktur. O her fleyi hakk›yla ifliten, her fleyi hakk›yla görendir. (fiûra Su-
resi: 11.)
2.
Göklerde ve yerde tecelli eden en yüce s›fatlar Onundur. Onun kudreti her fleye galiptir; O
her fleyi hikmetle yapar. (Rum Suresi: 27.)
akis:
yans›ma.
âyine:
ayna, görüntü.
beyan etme:
aç›klama, anlatma.
cilve:
par›lt›l› yans›ma.
cilve-i etem:
tam ve mükemmel
görüntü, yans›ma.
delâlet:
delil olma; gösterme, ifla-
ret etme.
delil:
kan›t, ispat edici; gösterici,
iflaret edici.
ehl-i vahdetülvücut:
“Allah’tan
baflka mevcut yoktur” diyenler.
esma:
isimler.
galip:
üstün.
hadis-i flerif:
Peygamberimizin
bizzat sözleri ve söyledikleri ile
yapt›klar›n› anlatan ifade.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hikmet:
faydal› ve güzel maksat-
lar, hedefler.
ism-i Rahman:
Allah'›n Rahman
ismi.
istihdam:
çal›flt›rma, kullanma,
hizmet ettirme.
iflareten:
iflaret ederek.
kâinat:
yarat›lan tüm varl›klar.
kemal-i münasebet:
tam uygun
bir iliflki, ba¤lant›.
kudret:
güç, kuvvet.
makas›t:
maksatlar, gayeler.
mazhar:
yans›ma, ortaya ç›kma
ve görünme yeri.
mesel:
ibretli küçük hikâye veya
veciz söz.
mezkûr:
sözü edilen, zikredilen,
bahsedilen.
mikyas:
ölçek, ölçü aleti, ölçü.
misal:
benzer, örnek.
misil:
ayn›, eflit.
muntazam:
düzenli, intizaml›.
mutedil:
ileri ve geri olmayan, or-
ta yolda olan.
nazir:
benzer, taklit, kopya.
nid:
denk.
nokta-i nazar:
görüfl, bak›fl aç›s›.
rububiyet-i mutlaka-i ‹lâhiye:
her fleyin ilâh› ve ma’budu olan
Allah’›n terbiye edicili¤i.
sab›kan:
bundan önce, önceden.
s›fât:
nitelikler, vas›flar.
sima:
yüz, çehre.
suret-i camia:
kapsaml› mana ve
özellikler tafl›yan görünüfl, çehre.
suret-i Rahman:
Rahman'›n gö-
rünüflü, çehresi.
flebih:
benzer, t›pk›s›.
flerik:
ortak.
flua:
›fl›n.
fluunat:
faaliyetler, ifller ve du-
rumlar.
tecelli etmek:
görünmek.
temsil:
örneklendirme, canland›r-
ma.
tezahür etme:
görünme, belir-
me, ortaya ç›kma.