22 | SÖZLER
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ
bilbedahe, rahmettir. Ve bu hadsiz fezay› ve bofl ve hâlî
âlemi dolduran, nurland›ran ve flenlendiren, bilmüflahe-
de, rahmettir. Ve bu fânî insan› ebede namzet eden ve
ezelî ve ebedî bir Zata muhatap ve dost yapan, bilbeda-
he, rahmettir.
Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar
ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir;
p
º« /
M s
ôdG p
ø '
ª r
M s
ôdG $G p
º° r
ùp
H
de, o hakikate yap›fl ve vahflet-i
mutlakadan ve hadsiz ihtiyacat›n elemlerinden kurtul. Ve
o Sultan-› Ezel ve Ebed’in taht›na yanafl ve o rahmetin
flefkatiyle, flefaatiyle ve fluaat›yla o Sultana muhatap ve
halil ve dost ol.
Evet, kâinat›n enva›n› hikmet dairesinde insan›n etra-
f›nda toplay›p bütün hacat›na kemal-i intizam ve inayet
ile koflturmak, bilbedahe, iki hâletten birisidir:
Ya kâinat›n her bir nev’i kendi kendine insan› tan›yor,
ona itaat ediyor, muavenetine kofluyor. Bu ise, yüz dere-
ce ak›ldan uzak oldu¤u gibi, çok muhalât› intaç ediyor.
‹nsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir sultan-› mut-
lak›n kudreti bulunmak lâz›m geliyor. Veyahut, bu kâi-
nat›n perdesi arkas›nda bir Kadîr-i Mutlak’›n ilmi ile bu
muavenet oluyor. Demek kâinat›n enva› insan› tan›yor
de¤il; belki, insan› bilen ve tan›yan, merhamet eden bir
Zat›n tan›mas›n›n ve bilmesinin delilleridir.
Ey insan, akl›n› bafl›na al! Hiç mümkün müdür ki,
bütün enva-› mahlûkat› sana müteveccihen muavenet
âciz-i mutlak:
her bak›mdan
güçsüz.
âlem:
dünya, kâinat.
bilbedahe:
apaç›k bir flekilde.
bilmüflahede:
gözle görür bir fle-
kilde.
cazibedar:
çekici.
delil:
k›lavuz, do¤ru yolu göste-
ren, iz, niflan, emare.
ebed:
sonsuzluk.
ebedî:
sonsuz, sonsuzla ilgili, bit-
meyen.
elem:
a¤r›, ac›, keder, dert, gam,
kayg›.
enva:
çeflitler, türler, cinsler, nevi-
ler.
enva-› mahlûkat:
varl›klar›n tür-
leri, çeflitleri.
ezelî:
bafllang›c› olmayan, de-
vaml› var olup varl›¤›n›n bafllang›-
c› olmayan, öncesiz.
fânî:
geçici, sonu olan, son bulan.
feza:
y›ld›zlar aras›ndaki genifl
boflluk, uzay, gökyüzü.
hacat:
ihtiyaçlar.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i mahbube:
sevimli ha-
kikat, sevilen gerçek; sevgi kay-
na¤›, muhabbetin hakikati.
hâlet:
durum, hâl, vaziyet, keyfi-
yet.
hâlî:
tenha, bofl, ›ss›z.
halil:
dost.
hikmet dairesi:
yarat›l›fltaki ‹lâhî
gaye çerçevesi, herkesin bilmedi-
¤i gizli sebep çerçevesi.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar.
ilim:
bilme, bilifl, bilgi.
intaç etmek:
netice vermek, do-
¤urmak.
itaat:
söz dinleme.
Kadîr-i Mutlak:
kudreti mutlak
olan ve her fleye gücü yeten,
sonsuz kudret sahibi Allah.
kâinat:
Allah’›n d›fl›nda var olan
her fley, bütün varl›klar, dünya.
kemal-i intizam ve inayet:
mü-
kemmel, tam, eksiksiz düzen ve
Allah’›n yard›m›.
kudret:
güç, takat; Cenab-› Hak-
k›n bütün kâinata hükmeden
ezelî ve ebedî kudsî s›fat›.
lâz›m:
gerekli.
medetkâr:
inayet eden, yard›mc›
olan, imdat eden.
merhamet:
ac›mak, flefkat
göstermek; korumak, iyilik
etmek; esirgemek.
muavenet:
yard›mlaflma,
yard›m.
muhalât:
muhaller, imkâns›z-
l›klar.
muhatap:
söyleyeni dinle-
yen, kendisine hitap edilen.
mümkün:
olabilir.
müteveccihen:
do¤ru, yöne-
lerek.
namzet:
aday.
nevi:
çeflit; cins.
rahmet:
flefkat etme, merha-
met etme, esirgeme.
Sultan:
mutlak iktidar sahibi
olan Allah.
Sultan-› Ezel ve Ebed:
varl›¤›-
n›n bafllang›c› ve sonu olma-
yan kudret ve hâkimiyet sa-
hibi Allah; ezel ve ebed sulta-
n› Allah.
sultan-› mutlak:
hâkimiyeti
s›n›rs›z sultan. Allah.
flefkat:
karfl›l›ks›z, safî sevgi
besleme; baflkas›n›n kederiy-
le alâkalanma, ac›yarak mer-
hamet etme.
fluaat:
›fl›k demetleri, par›lt›-
lar, nurlar, ›fl›klar.
taht:
hükümdarlar›n oturdu-
¤u büyük koltuk.
vahflet-i mutlaka:
tam bir
kimsesizlik ve ›ss›zl›k; sonsuz
korku ve ürküntü.
zat:
kifli, flah›s.