26 | SÖZLER
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ
herkes her mertebede
1
o
Ú
p
© n
à° r
ùn
f n
?É s
j p
G n
h o
óo
Ñ r
©n
f n
?É s
jp
G
deyip, do¤-
rudan do¤ruya Zat-› Akdes’e hitap ederek müteveccih
olsun.
‹flte Kur’ân-› Hakîm bu s›rr-› azîmi ifade içindir ki, kâ-
inat›n daire-i azam›nda, meselâ semavat ve arz›n hilka-
tinden bahsetti¤i vakit, birden, en küçük bir daireden ve
en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zahir bir surette ha-
tem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semavat ve
arzdan bahsi içinde, hilkat-i insandan ve insan›n sesin-
den ve simas›ndaki dekaik-› nimet ve hikmetten bahis
açar; tâ ki fikir da¤›lmas›n, kalp bo¤ulmas›n, ruh ma’bu-
dunu do¤rudan do¤ruya bulsun. Meselâ,
r
ºo
µ
p
à n
æ° p
ùr
dn
G o
±n
Ó p
à r
NG n
h ¢ p
V r
Qn
’r
G n
h p
äG n
ƒ
n
ª° s
ùdG o
?r
? n
N
p
¬ p
JÉ n
j
n
G r
ø p
e n
h
2
r
º o
µ
p
fG n
ƒr
dn
G n
h
ayeti mezkûr hakikati mu’cizâne bir surette gösteriyor.
Evet, hadsiz mahlûkatta ve nihayetsiz bir kesrette vah-
det sikkeleri, mütedahil daireler gibi, en büyü¤ünden en
küçük sikkeye kadar enva› ve mertebeleri vard›r. Fakat,
o vahdet, ne kadar olsa, yine kesret içinde bir vahdettir;
hakikî hitab› tam temin edemiyor. Onun için, vahdet ar-
kas›nda ehadiyet sikkesi bulunmak lâz›md›r; tâ ki, kesre-
ti hat›ra getirmesin, do¤rudan do¤ruya Zat-› Akdes’e
karfl› kalbe yol açs›n.
Hem, sikke-i ehadiyete nazarlar› çevirmek ve kalpleri
celp etmek için, o sikke-i ehadiyet üstünde gayet cazibe-
dar bir nak›fl ve gayet parlak bir nur ve gayet flirin bir
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
bahis:
konu.
cazibedar:
çekici.
celp etmek:
çekmek, kazanmak.
cüz’î:
az ve ufak olan.
daire:
çember, halka.
daire-i azam:
çok büyük daire.
dakik:
ince, derin, hassas.
dekaik-i nimet ve hikmet:
lütuf
ve ihsan ile yarat›l›fl›n gizli kalm›fl
incelikleri.
delil:
iflaret, kan›t.
Ehadiyet:
teklik; Allah’›n her bir
fleyde birli¤ini göstermesi.
enva›:
çeflitleri, türleri, cinsleri.
gayet:
çok, pek çok.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hatem-i ehadiyet:
Allah’›n birli¤i-
ni her bir fleyde gösteren mühür.
hat›ra gelmek:
akla gelmek.
hikmet:
incelik, faydal›l›k; manal›
‹lâhî gaye.
hilkat:
yarat›l›fl.
hilkat-i insan:
insan›n yarat›l›fl›.
hilkat-i semavat:
göklerin yara-
t›lmas›.
hitap:
konuflma, söz söyleme.
ifade:
söz, anlat›m.
kâinat:
yarat›lan tüm varl›klar.
kesret:
çokluk.
Kur’ân-› Hakîm:
her ayet ve su-
resinde say›s›z hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâz›m:
gerek.
ma’bud:
kendisine ibadet edilen,
ibadete lây›k olan.
mahlûkat:
yarat›klar.
mertebe:
derece, mevki, yer.
meselâ:
örne¤in.
mezkûr:
sözü edilen, zikredi-
len.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
mütedahil
: iç içe, birbiri için-
de.
müteveccih:
yönelmifl.
nak›fl:
iflleme, süsleme.
nazar:
bak›fl, ak›l gözü.
nihayetsiz:
sonsuz.
nur:
ayd›nl›k, ›fl›k.
ruh:
hayat›n temeli ve sebebi
olan cevher; insan›n özü.
semavat:
gökler.
sikke:
damga, mühür.
sikke-i ehadiyet:
Cenab-› Al-
lah’›n her bir fleyde birli¤ine
delâlet eden mühür.
sima:
yüz, çehre.
s›rr-› azîm:
büyük s›r.
surette:
biçimde, flekilde,
temin:
sa¤lama, karfl›lama.
vahdet:
birlik, tek olufl.
zahir:
görünür; apaç›k.
Zat-› Akdes:
her türlü kusur
ve noksandan uzak ve pak
zat olan Allah.
1.
Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yard›m isteriz. (Fatiha Suresi: 5.)
2
. Göklerin ve yerin yarat›l›fl› ile dillerinizin ve renklerinizin farkl›l›¤› da yine Onun varl›k ve
birli¤inin delillerindendir. (Rum Suresi: 22.)