benzeyen kfl ile bahar her vakit bilmüflahede icat eden
bir Kadîr-i Zülcelâlden, insan nasl ademe gidip kaçabi-
lir, topra¤a girip saklanabilir? Madem bu dünyada ona
lâyk muhasebe görülüp hüküm verilmiyor; elbette bir
mahkeme-i kübra, bir saadet-i uzmaya gidecektir.
Sekizinci Hakikat
Bab- vaat ve vaittir; ism-i Cemîl ve Celîlin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mut-
lak olan flu masnuatn Sânii, bütün enbiyann tevatürle
haber verdikleri ve bütün sddkîn ve evliyann icma ile
flahadet ettikleri mükerrer vaat ve vaid-i lâhîsini yerine
getirmeyip, hâflâ, acz ve cehlini göstersin? Hâlbuki, va-
at ve vaidinde bulundu¤u emirler, kudretine hiç a¤r gel-
mez. Pek hafif ve pek kolay, geçmifl baharn hesapsz
mevcudatn gelecek baharda ksmen aynen,
(HAfiYE 1)
ksmen mislen
(HAfiYE 2)
iadesi kadar kolaydr. fa-i vaat
ise, hem bize, hem her fleye, hem Kendisine, hem salta-
nat- rububiyetine pek çok lâzmdr. Hulfülvaat ise, hem
izzet-i iktidarna zttr, hem ihata-i ilmiyesine münafidir.
Zira, hulfülvaat ya cehilden, ya aczden gelir.
acz:
güçsüzlük.
adem:
yokluk.
Alîm-i Mutlak:
gerçek ilim sahibi
olan Allah.
bab:
bölüm, ksm.
bab- vaat ve vait:
mükâfatlan-
drmak ve cezalandrmak için ve-
rilen sözle ilgili bölüm.
bilmüflahede:
görerek.
cehil:
bilgisizlik, cahillik.
Celîl:
Celâl sahibi. Nihayet derece-
de büyüklük, hflm, hiddetlilik.
Cemîl:
güzel, Cenab- Hakkn bir
ismi.
cilve:
tecelli, iyi flekilde ortaya
çkma.
emir:
buyruk.
enbiya:
peygamberler.
esbap:
sebepler, vastalar.
evliya:
erenler, Allah korkusu ve
ibadette ileride olanlar.
hafif:
a¤rl¤ olmayan.
hakikat:
gerçek, do¤ru.
hafliye:
dipnot.
hulfülvaat:
sözünden dönme;
verdi¤i sözü yerine getirmeme.
iade:
geri gönderme.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
icma:
fikir birli¤i.
ifa-i vaat:
sözünü yerine getir-
mek.
ihata-i ilmiye:
ilmin kuflatcl¤.
imtina:
çekinme
isnat:
dayanma, dayandrma.
izzet-i iktidar:
kudretinin yüce
flerefi.
Kadîr-i Mutlak:
sonsuz kudret
sahibi, Allah.
Kadîr-i Zülcelâl:
haflmet ve kud-
ret sahibi, Allah.
kesret:
çokluk.
ksmen:
bir ksm.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lâyk:
yakflan, uygun.
lâzm:
gerek.
mahkeme-i kübra:
öldükten
sonra bütün insanlarn diriltilerek
Allah huzurunda hesaba çekile-
ce¤i büyük mahkeme.
masnuat:
sanatla yaplmfl
fleyler.
mevcudat:
var olan her fley.
mislen:
benzer olarak.
muhasebe:
hesaplama, he-
sap görme.
mükerrer:
tekrar olunmufl.
mümkün:
olabilir, kabil.
münafi:
aykr.
müflkülât:
zorluklar, sknt-
lar.
müteaddit:
birçok, birden
fazla.
peyda etmek:
açk, aflikâr,
meydanda olan.
saadet-i uzma:
ahiret saade-
ti, sonsuz mutluluk diyar.
saltanat- rububiyet:
kâinat
terbiye ve idare edici olan Al-
lahn saltanat.
Sâni:
her fleyi sanatl olarak
yaratan Allah.
sddkîn:
samimiyetle iman
etmifl olan ve bunun gere¤i-
ne tam olarak uyanlar, do¤ru
sözlü olanlar.
suubet:
zorluk.
sühulet:
kolaylk.
flahadet:
flahitlik, tanklk.
tevatür:
bir haberin a¤zdan
a¤za dolaflarak yaylmas.
vaat:
Allahn kullarna lütfu
olarak verilecek ahiret mükâ-
fat, verilen söz.
vait:
cezasn söyleyerek fe-
nalktan sakndrma.
zat:
flahs, fert, kifli; Allah.
zt:
ters.
134 | SÖZLER
O
NUNCU
S
ÖZ
eden her fleyi yapabilir. Hem, eflyann icad bir tek Zata verilse, bütün efl-
ya bir tek fley gibi kolay olur. Ve sühulet peyda eder. E¤er müteaddit es-
baba verilse ve kesrete isnat edilse, bir tek fleyin icad bütün eflyann ica-
d kadar müflkülâtl olur ve imtina derecesinde suubet peyda eder.
HAfiYE 1:
A¤aç ve otlarn kökleri gibi.
HAfiYE 2:
Yapraklar, meyveler gibi.