o gençlikte kazand›¤›n ibadetler, o fânî gençli¤in bâkî
meyveleridir. Sen ihtiyarland›kça, gençli¤in iyilikleri olan
bâkî meyvelerini elde etti¤in hâlde, gençli¤in zararlar›n-
dan, taflk›nl›klar›ndan kurtulursun. Hem, ihtiyarl›kta da-
ha ziyade ibadete muvaffak›yet ve merhamet-i ‹lâhiyeye
daha ziyade liyakat kazand›¤›n› düflünürsün. Ehl-i gaflet
gibi befl on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli se-
nede, “Eyvah, gençli¤im gitti” diye teessüf edip, gençli-
¤e a¤lamayacaks›n. Nas›l ki öylelerin birisi demifl:
o
Ö«°/
û n
Ÿr
G n
?n
©n
a Én
ªp
H o
?n
ôp
Ñr
No
Én
a Ék
er
ƒn
j o
Oƒo
©n
j n
ÜÉn
Ñ s
°ûdG n
âr
« n
d
Yani, “Keflke gençli¤im bir gün dönseydi, ihtiyarl›k be-
nim bafl›ma neler getirdi¤ini, flekva ederek haber vere-
cektim.”
Bahar gibi ziynetli meflherlere muhabbet ise, madem
sanat-› ‹lâhiyeyi seyran itibar›ylad›r, o bahar›n gitmesiy-
le, temafla lezzeti zail olmaz. Çünkü bahar, yald›zl› bir
mektup gibi verdi¤i manalar› her vakit temafla edebilir-
sin. Senin hayalin ve zaman, ikisi de sinema fleritleri gi-
bi sana o temafla lezzetini idame ettirmekle beraber, o
bahar›n manalar›n›, güzelliklerini sana tazelendirirler. O
vakit muhabbetin esefli, elemli, muvakkat olmaz; lezzet-
li, safal› olur.
Dünyaya muhabbetin ise, madem Cenab-› Hakk›n na-
m›nad›r, o vakit, dünyan›n dehfletli mevcudat› sana ünsi-
yetli bir arkadafl hükmüne geçer. Mezraa-i ahiret cihetiy-
le sevdi¤in için, her fleyinde ahirete fayda verecek bir ser-
maye, bir meyve alabilirsin; ne musibetleri sana dehflet
ahiret:
k›yametten sonra kurula-
cak olan âlem.
bâkî:
ebedî, daimî.
cihet:
yön.
ehl-i gaflet:
dünyaya dald›¤›ndan
dolay› ahiretin fark›nda olmayan.
elem:
üzüntü, ›zt›rap.
esef:
hüzün, tasa.
fânî:
ölümlü, geçici.
hüküm:
de¤er.
ibadet:
Allah’a karfl› kulluk vazi-
fesini yapma.
idame:
devam ettirme.
liyakat:
lây›k olma.
mana:
anlam.
merhamet-i ‹lâhiye:
Allah’›n
merhameti.
meflher:
sergi.
mevcudat:
var olan her fley,
mahlûklar.
mezraa-i ahiret:
ahiretin tarlas›.
muhabbet:
sevgi.
mukabil:
karfl›l›k.
musibet:
felâket, belâ.
muvaffak›yet:
muvaffak ol-
ma, baflarma.
muvakkat:
geçici.
safa:
rahat ve huzurlu olma.
sanat-› ‹lâhiye:
Allah’›n sana-
t›.
seyran:
seyretme, temafla.
flekva:
flikâyet.
teessüf:
üzülme, eseflenme.
temafla:
bak›p seyretme.
ünsiyetli:
al›fl›lm›fl.
yald›z:
cilâ.
zail:
sona erme, yok olma.
ziyade:
çok, fazla.
ziynet:
süs.
1052 | SÖZLER
O
TUZ
‹
K‹NC‹
S
ÖZ