Hem, beflerin uzun ve frtnal ve da¤da¤al olan ebed
tarafndaki yolculu¤unu gayet derecede teshil eder ve
kolaylafltrr; bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir gün-
de kestirecek vesaiti gösterir.
Hem, Sultan- Ezel ve Ebed olan Zat- Zülcelâli tant-
trmakla, insan Ona bir memur abd ve bir vazifedar mi-
safir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem
berzahî ve uhrevî menzillerde kemal-i rahatla seyahatini
temin eder. Nasl ki, bir padiflahn müstakim bir memu-
ru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hudut-
larndan sühuletle ve tayyare, gemi, flimendifer gibi
süratli vasta-i seyahatle gezer, geçer; öyle de, Sultan-
Ezelîye iman ile intisap eden ve amel-i salih ile itaat eden
bir insan, flu misafirhane-i dünya menzillerinden ve
âlem-i berzah ve âlem-i mahfler dairelerinden ve hakeza,
kabirden sonraki bütün âlemlerin genifl hudutlarndan
berk ve burak süratinde geçer; tâ saadet-i ebediyeyi bu-
lur ve flu hakikati katî ispat eder ve asfiya ve evliyaya
gösterir.
Hem de, Kurânn hakikati der ki: Ey mümin! Sen-
deki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini çirkin ve noksan ve
flerur ve sana muzr olan nefs-i emmarene verme. Onu
mahbup ve onun hevasn kendine mabud ittihaz etme.
Belki, sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, niha-
yetsiz bir muhabbete lâyk, hem nihayetsiz sana ihsan
edebilen, hem istikbalde seni nihayetsiz mesut eden,
hem bütün alâkadar oldu¤un ve onlarn saadetleriyle
mesut oldu¤un bütün zatlar ihsanatyla mesut eden,
SÖZLER | 1037
O
TUZ
KNC
S
ÖZ
daire-i memleket:
memleket da-
iresi.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
evliya:
velîler, Allah dostlar.
gayet:
çok, son derece.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikat:
gerçek.
heva:
istek, nefsin arzusu.
hudut:
snrlar.
ihsan:
ikram etme, lütuf.
ihsanat:
ihsanlar, nimetler, lütuf-
lar.
iman:
inanma.
intisap:
ba¤lanma.
ispat:
do¤ruyu delillerle göster-
me, kantlama.
istikbal:
gelecek.
itaat:
uyma.
ittihaz:
edinme.
kabiliyet:
istidat, yetenek, liya-
kat.
kabir:
mezar.
katî:
kesin.
kemal-i rahat:
tam rahatlk.
lâyk:
uygun, yakflr.
mabud:
kendisine ibadet olunan,
tapnlan.
mahbup:
sevgili.
menzil:
yer.
mesut:
saadetli, bahtiyar.
misafirhane-i dünya:
dünya mi-
safirhanesi.
muzr:
zararl.
mümin:
iman eden, inanan.
müstakim:
do¤ru.
nefs-i emmare:
insan kötülü¤e
sürükleyen nefis.
nihayetsiz:
sonsuz.
noksan:
eksiklik.
padiflah:
sultan.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
Sultan- Ezel ve Ebed:
bütün za-
manlar ve mekânlar tasarrufu al-
tnda olan Cenab- Hak.
Sultan- Ezelîye:
saltanat zaman
ve mekânla snrl olmayan Ce-
nab- Hak.
sühulet:
kolaylk.
flerur:
çok kötülük yapan.
flimendifer:
demiryolu.
tayyare:
uçak.
temin:
sa¤lama.
teshil:
kolay hâle getirme.
uhrevî:
ahirete ait.
vasta-i seyahat:
seyahat vasta-
s.
vazifedar:
vazifeli.
vaziyet:
durum.
vesait:
vastalar.
vilâyet:
il.
zat:
kifli.
Zat- Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi Cenab- Hak.
abd:
kul.
alâkadar:
iliflkili, münasebet-
li.
âlem:
cihan.
âlem-i berzah:
ruhlarn kya-
mete kadar kalacaklar âlem;
kabir âlemi.
âlem-i mahfler:
kabir hayat-
nn bitmesinden sonra yeni-
den dirilifl ve toplanmann
olaca¤ âlem.
amel-i salih:
Allah rzasna
uygun hayrl ifl.
asfiya:
Hz. Peygamberin vâri-
si hükmünde, onun meslek
ve gayelerini hayata geçirme-
ye ve tatbike çalflan âlim zat-
lar.
berk:
flimflek.
berzahî:
kabir hayatyla ilgili.
befler:
insanlk.
burak:
Cennete mahsus bir
binek vastas.
da¤da¤a:
gürültü.