(1)
r
ân
în
eÉn
°ûn
Jn
h r
ân
?n
Y m
?Gn
ôr
¡n
Ñp
d l
±ho
ôo
M
kelâmıyla dahi Otuzuncu
Lem’ayı takip eden İşarat-ı Huruf-i Kur’âniye risalesine
takdir edip işaretle tasdik ediyor.
(2)
r
ân
?n
ér
fG o
ân
ªr
?t
¶dG p
¬p
H À'
Sƒo
e Én
°ün
Y o
ºr
°SGn
h
kelimesiyle dahi şim-
dilik en ahir risale ve tevhid ve imanın elinde
Asa-yı Mû-
sa
gibi harikalı en kuvvetli bürhan olan mecmua risalesi-
ni senakârâne remzen gösteriyor gibi bir tarz-ı ifadeden
bilâperva hükmediyoruz ki, Hazret-i İmam-ı Ali (
RA
) hem
Risale-i Nur’dan, hem çok ehemmiyetli risalelerinden ma-
na-i hakikî ve mecazî ile işarî ve remzî ve imaî ve telvihî
bir surette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olu-
nan risalelere bir kere dikkatle baksın. İnsafı varsa şüp-
hesi kalmaz zannediyorum.
Buradaki mana-i işarî ve medlûl-i mecazîlere karinele-
rin en güzeli ve lâtifi, aynı tertibi muhafaza ile verilen isim-
lerin münasebetidir. Meselâ, yirmi dokuz, otuz ve otuz bir
ve otuz iki mertebe-i tadatta Yirmi Dokuz ve Otuz ve Otuz
Bir ve Otuz İkinci Sözlere gayet münasip isimlerle ve baş-
ta Sözlerin başı olan Birinci Söze, aynı besmele sırrıyla
ve ahirde şimdilik risalelerin ahirine, mahiyetini gösterir
lâyık birer isim vererek işaret etmesi gerçi gizli ise de, fa-
kat çok güzeldir ve letafetlidir.
Ben itiraf ediyorum ki, böyle makbul bir eserin maz-
harı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yoktur.
Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi
ahir:
son.
besmele:
Bismillâhirrahmânirra-
hîm (Rahman ve Rahim olan Al-
lah’ın adıyla.) cümlesinin adı.
bilâperva:
korkusuzca, çekinme-
den.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
gayet:
son derece.
gerçi:
her ne kadar.
hârika:
olağanüstü.
hükmetme:
karar vermek, inanca
varmak.
iman:
inanç, itikat.
işarat-ı
huruf-i
Kur’âniye:
Kur’ân’ın harflerinin işaretleri.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kelâm:
söz, lafız.
lâtif:
tatlı, şirin.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, nite-
liği.
makam:
büyük yer, mevkî.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
mana-yı hakikî:
gerçek, doğru,
asıl, mana.
mana-yı imaî:
ima yolu ile, üstü
kapalı anlatılmak istenen mana.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mana-yı mecazî:
mecazî mana,
bir kelimenin veya lâfzın gerçek
anlamının dışında başka bir an-
lamda kullanıldığındaki mana.
mana-yı remzî:
işaretlerle an-
latılmak istenen mana.
mana-yı telvihî:
.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
mecmua:
.
medlûl-i mecazî:
mecaz yo-
luyla delil getirmek.
mertebe-i tadat:
sayı merte-
besi.
meselâ:
örneğin.
muhafaza:
koruma.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasip:
uygun.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
senâkârâne:
sena ederek, se-
nakârlıkla, övercesine.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
takdir:
kıymet verme, beğen-
me.
tarz-ı ifade:
ifade tarzı, söyle-
yiş, anlatış şekli.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tertip:
düzenleme, düzene
koyma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
vecih:
cihet, yön.
1.
Bu harfler ki, Nur harfleridir; Merih yıldızı gibi yüce ve yüksektir.
2
. Asa-yı Mûsa ismiyle de karanlıklar dağılır.
S
EKİZİNCİ
Ş
UA
| 194 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ