şükür niyetiyle ilân etmek, bir tahdis-i nimettir;
(1)
r
çu
ón
ën
a n
?u
Hn
Q p
án
ªr
©p
æp
H És
en
Gn
h
ayeti, izharına emreder.
Benim için medar-ı fahir ve gurur olacak bir liyakatim
ve istihkakım olmadığını kasemle itiraf ediyorum. Ben çe-
kirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat
ve şeref, o çekirdekten çıkan şecere-i Risale-i Nur ve
mu’cize-i maneviye-i Kur’âniyeye geçmiş biliyorum. Ve
öyle itikat ettiğimden, i’caz-ı Kur’ânî hesabına izhar ede-
rim. Bütün kıymet bir mu’cize-i Kur’âniye olan Risale-i
Nur’dadır. Hatta eskiden beri taşıdığım “Bediüzzaman”
ismi onun imiş; yine ona iade edildi.
Risale-i Nur ise, Kur’ân’ın malıdır ve manasıdır. Bu re-
mizde hususî kanaatimi teyit eden ve kendime mahsus
çok emare ve karineler var. Fakat başkalara ispat
edemediğimden yazamıyorum. Yalnız iki üçüne işaret et-
meye münasebet gelmiş.
•
Birincisi
: Ben
Celcelûtiye’
yi okuduğum vakit, sair mü-
nacatlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatımla mü-
nacat ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıy-
la taklitkârâne olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dert-
lerime alâkadar ve tefekkürat-ı ruhiyeme hoş bir zemin
oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve Risale-i Nur
ile münasebetini gördüm ve anladım ki, o hâlet, bu mü-
nasebetten ileri gelmiş.
•
İkincisi
: Hazret-i İmam-ı Ali (
RA
) başta,
r
än
ƒn
£r
ædG p
¬p
æp
WÉn
Ñp
H m
QGn
ôr
°Sn
G p
?r
°ûn
c '
‹p
G r
än
ón
àr
gG p
¬p
H ?/
Mho
Q
alâkadar:
ilgili, ilişki.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
Bediüzzaman:
zamanın, çağın eş-
siz güzelliği.
bizzat:
kendisi, şahsen.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (asm) derslerine isti-
naden, aslı cifir ve ebcet hesabı ile
alâkalı olarak Hz. Ali (ra) tarafından
telif edilen Süryanice bir kasidedir.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fıtrî:
tabiî, doğal.
gayet:
son derece.
hâlet:
hal, durum.
hissiyat:
hisler, duygular.
hususî:
özel.
i’caz-ı Kur’ânî:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği, Kur’ân’ın yüksek, erişilmez ifa-
desi.
iade:
geri verme.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istihkak:
hak etme, hak kazanma,
hakkı olma.
itikat:
inanç, iman.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kasem:
yemin, and.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kıymet:
değer.
lisan:
dil.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
medar-ı fahr:
övünme sebebi.
mu’cize-i Kur’âniye:
Kur’ân’a ait
mu’cize.
mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniye:
Kur’an’ın manevî bir mu’cizesi.
muhalif:
zıt, aykırı.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî huzu-
runda tazarru ve niyazda bu-
lunma.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
şecere-i Risale-i Nur:
Risale-i
Nur ağacı.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tahdîs-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve te-
şekkür etme maksadıyla ka-
vuştuğu nimeti başkalarına
anlatma.
taklidkârane:
taklit edene ya-
kışır şekilde, teklit ederek.
tefekkürat-ı ruhiye:
ruha ait
tefekkürler, ruhen tefekkürde
bulunmak.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
zemin:
temel, dayanak.
1.
Rabbinin nimetini de yâd et. (Duha Suresi: 11.)
S
EKİZİNCİ
Ş
UA
| 198 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ