Hem madem o mecazî manalar ve işarî mefhumlar
haktır, doğrudur ve vakıa mutabıktır; ve bu iltifata lâyık-
tırlar ve karineleri kuvvetlidir. Elbette Hazret-i İmam-ı
Ali’nin (
RA
) böyle bütün işarî manaları irade edecek küllî
bir teveccühü faraza bulunmazsa –
Celcelûtiye
vahiy ol-
mak cihetiyle– hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali’nin (
RA
)
üstadı olan Peygamber-i Zîşan’ın (
ASM
) küllî teveccühü ve
üstadının Üstad-ı Zülcelâl’inin ihatalı ilmi onlara bakar,
irade dairesine alır. Bu hususta benim hususî ve kat’î ve
yakin derecesindeki kanaatimin bir sebebi şudur ki:
Müşkülât-ı azîme içinde el-ayetü’l-kübranın tefsir-i ek-
beri olan Yedinci Şuaı yazmakta çok zahmet çektiğim-
den, bir kudsî teselli ve teşvike cidden çok muhtaç idim.
Şimdiye kadar mükerrer tecrübelerle bu gibi hâletlerim-
de inayet-i İlâhiye imdadıma yetişiyordu. Risaleyi bitirdi-
ğim aynı vakitte hiç hatırıma gelmediği hâlde birden bu
keramet-i Aleviyenin zuhuru bende hiçbir şüphe bırakma-
dı ki, bu dahi benim imdadıma gelen sair inayet-i İlâhiye
gibi Rabb-i Rahîm’in bir inayetidir. İnayet ise aldatmaz,
hakikatsiz olmaz.
Yedinci Remiz:
Hazret-i İmam-ı Ali (
RA
) nasıl ki
Én
æn
¡dp
G BÉn
j m
án
ªr
în
e n
™n
e m
èn
?n
a u
?n
ë
p
H
n
h
@
r
ân
én
Ør
dG n
øp
e»
u
æp
en
G…'
ôr
Ño
µr
dG p
ân
j'
’r
Ép
Hn
h
r
ân
fln
Én
°ûn
Jn
h r
ân
?n
Y m
?Gn
ôr
¡n
Ñp
d l
±ho
ôo
M
@
r
ân
à°s
ûdG n
øp
e?/
fr
ôp
Ln
G»'
æ°r
ùo
?r
G n
?p
FBÉn
ªr
°Sn
Ép
Hn
h
(1)
@ r
ân
?n
ér
fG o
ân
ªr
?t
¶dG p
¬p
H À'
Sƒo
e Én
°ün
Y o
ºr
°SGn
h
yapıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü dere-
cede işaret yolu ile yapılan açıkla-
ma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
keramet-i Aleviye:
Hz. Ali’ye ait
keramet, olağanüstü, fevkalâde
hâl.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mecazî:
mecaza ait, gerçek olma-
yan.
mefhum:
bir sözün ifade ettiği
mana.
mutabık:
birbirine uyan, uygun.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
müşkilât-ı azîme:
çok büyük zor-
luklar.
Peygamber-i Zîşan:
şan ve şeref
sahibi olan Peygamber; Hz. Mu-
hammed (asm).
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
sair:
diğer, başka, öteki.
tefsir-i ekber:
en büyük tefsir.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
teveccüh:
yüzünü bir yöne çevir-
me, yönelme, yöneliş.
Üstad-ı Zülcelâl:
Celâl sahibi üstat,
Celâl ve ihtişamla öğreten üstat;
Cenab-ı Allah.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği hü-
kümleri, sırları ve hakikatleri pey-
gamberlere bildirmesi.
vakıa:
vuku bulan, olan şey, olay.
yakîn:
kesin bilme, şüpheden sıy-
rılarak son derece doğru ve kuv-
vetli bilme.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zuhur:
ortaya çıkma.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (asm) dersle-
rine istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (ra) tarafından telif edilen
Süryanice bir kasidedir.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cihet:
yön.
el-ayetü’l-kübra:
tevhidin, Al-
lah’ın varlık ve birliğinin en bü-
yük delili.
faraza:
farz edelim ki, öyle sa-
yalım ki, söz gelişi.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hal, durum.
hususî:
özel.
ihatalı:
kuşatıcı.
iltifat:
güzel sözler söyleyerek
birini samimî olarak okşama.
imdat:
yardım.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
1.
Yâ Rab! Ayetü’l-Kübra hürmetine beni bütün sıkıntılardan kurtar, eman ve emniyet ver. •
Ey İlâhımız! Zuhur ve kemalâtının hakkı için ve Esma-i Hüsnan hürmetine beni perişan ol-
maktan koru. • Bu harfler ki, Nur harfleridir; Merih yıldızı gibi yüce ve yüksektir. Asa-yı Mû-
sa ismiyle de karanlıklar dağılır.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 189 |
S
EKİZİNCİ
Ş
UA