Ben de bu hakikatli ihtardan kemal-i ferah ve şükür ile,
bu yeni medrese-i Yusufiyede durmaya, hatta aleyhimde
olanlara yardım etmek için, kendime mucib-i ceza, zarar-
sız bir suç yapmaya karar verdim. Hem, benim gibi yet-
miş beş yaşında ve alâkasız ve dünyada sevdiği dostların-
dan, yetmişten ancak hayatta beşi kalmış ve onun vazife-i
nuriyesini görecek yetmiş bin nur nüshaları bâkî kalıp ser-
best geziyorlar. Ve bir dile bedel binler dille hizmet-i ima-
niyeyi yapacak kardeşleri, vârisleri bulunan benim gibi bir
adama, kabir bu hapisten yüz derece ziyade hayırlıdır. Ve
bu hapis dahi, haricinde hürriyetsiz tahakkümler altında-
ki serbestiyetten yüz derece daha rahat, daha faydalıdır.
Çünkü, haricinde, tek başıyla yüzer alâkadar memurların
tahakkümlerini çekmeye mukabil, hapiste yüzer mahpus-
larla beraber, yalnız müdür ve başgardiyan gibi bir iki za-
tın, maslahata binaen hafif tahakkümlerini çekmeye mec-
bur olur. ona mukabil, hapiste çok dostlardan kardeşâ-
ne taltifler, teselliler görür. Hem, İslâmiyet şefkati ve in-
saniyet fıtratı bu vaziyette ihtiyarlara merhamete gelme-
si, hapis zahmetini rahmete çeviriyor diye, hapse razı ol-
dum.
Bu üçüncü mahkemeye geldiğim sırada, zaafiyet ve ih-
tiyarlık ve rahatsızlıktan ayakta durmaya sıkıldığımdan,
mahkeme kapısının haricinde, bir iskemlede oturdum. Bir-
den bir hâkim geldi, hiddet etti, “neden ayakta beklemi-
yor?” ihanetkârâne dedi. Ben de ihtiyarlık cihetinden bu
merhametsizliğe kızdım. Birden baktım, pek çok Müslü-
manlar, kemal-i şefkat ve uhuvvetle, merhametkârâne
alâka:
ilgi, bağ.
alâkadar:
ilişkili, münasebetli.
aleyh:
karşıt.
bâkî:
ebedî, daimî
başgardiyan:
gardiyanların başı
olan kimse.
bedel:
karşılık.
binaen:
-den dolayı.
cihet:
yön.
faide:
fayda.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
hakikat:
gerçek, esas.
hâkim:
yargıç.
hariç:
dışarısı.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hizmet-i imaniye:
imana ait hiz-
met.
hürriyet:
serbestlik, hür oluş.
ihanetkârâne:
ihanet ederek.
ihtar:
uyarı.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 570 | Lem’aLar
İslâmiyet:
Müslümanlık.
kabir:
mezar.
kemal-i ferah:
mükemmel bir
ferahlık.
kemal-i şefkat ve uhuvvet:
tam ve eksiksiz şefkat ve kar-
deşlik.
mahpus:
hapsedilen kişi.
maslahat:
fayda, gaye.
mecbur:
zorunda kalmış.
medrese-i Yusufiye:
iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı
tevkif edilenlerin hapsedildiği
yer manasında, hapishane.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek.
merhametkârâne:
acıyarak,
merhamet göstererek.
mucib-i ceza:
ceza gerektiren.
mukabil:
karşılık.
nur:
aydınlık, ışık.
nüsha:
bir kitaptan veya yazılı
bir şeyden çıkarılan suret.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, şefkat gösterme.
razı:
hoşnut olma.
serbestiyet:
rahat ve serbest
olma hâli.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tahakküm:
zorbalık etme.
taltif:
iltifat etme, gönül ok-
şama.
teselli:
avutma.
vâris:
mirasçı.
vazife-i nuriye:
Risale-i Nur
hizmeti.
vaziyet:
durum, hâl.
zaafiyet:
zayıflık, âcizlik.
zahmet:
sıkıntı, eziyet.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla.