Lem'alar - page 573

İşte bu mahiyette bulunan nur talebelerini emniyeti
ihlâl ile itham edenler, her hâlde ve gayet fenâ bir suret-
te aldanmış veya aldatılmış veya bilerek veya bilmeyerek
anarşistlik hesabına hükümeti iğfal edip bizleri eziyetlerle
ezmeye çalışıyorlar.
Biz bunlara karşı deriz:
“Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve
dünya misafirhanesinde yolcular gayet sür’at ve telâşla,
kafile kafile arkasında toprak arkasına girip kayboluyor-
lar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. siz zul-
münüzün cezasını dehşetli bir surette göreceksiniz. Hiç
olmazsa mazlum ehl-i iman hakkında terhis tezkeresi olan
ölümün, idam-ı ebedî darağacına çıkacaksınız. sizin dün-
yada tevehhüm-i ebediyetle aldığınız fânî zevkler bâkî ve
elîm elemlere dönecek.”
Maatteessüf gizli münafık düşmanlarımız, bu dindar
milletin yüzer milyon velî makamında olan şehitlerinin,
kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıcıyla kazanılan ve mu-
hafaza edilen hakikat-i İslâmiyete bazen tarikat namını ta-
kıp ve o güneşin tek bir şuaı olan tarikat meşrebini o gü-
neşin aynı gösterip, hükümetin bazı dikkatsiz memurları-
nı aldatıp, hakikat-i kur’âniyeye ve hakaik-ı imaniyeye te-
sirli bir surette çalışan nur talebelerine “tarikatçi” ve “si-
yasî cemiyetçi” namını vererek aleyhimize sevk etmek is-
tiyorlar. Biz, hem onlara, hem onları aleyhimizde dinle-
yenlere, denizli mahkeme-i âdilesinde dediğimiz gibi de-
riz:
Lem’aLar | 573 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
muhafaza:
koruma.
münafık:
nifak sokan, ikiyüzlülük
eden.
nam:
ad.
sevk etmek:
göndermek, yolla-
mak.
siyasî:
politik.
suret:
biçim, görünüş.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda ölen Müs-
lüman.
şua:
ışın.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu, seyir
ü sülûk sırasında tutulan yol.
telâş:
endişe, kaygı.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
tesir:
etki.
tevehhüm-i ebediyet:
sonsuz ya-
şama zannı.
tezkere:
belge.
velî:
Allah dostu.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
aleyh:
karşıt.
anarşist:
yıkıcı, tahripkâr.
bâkî:
ebedî, daimî.
cemiyet:
topluluk.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa.
dindar:
dininin emirlerini ye-
rine getiren, mütedeyyin.
ehl-i iman:
inananlar.
elem:
üzüntü, maddî manevî
ıztırap.
elîm:
çok acı verici, elemli.
emniyet:
güvenlikle ilgili bi-
rim, polisiye teşkilâtı.
eziyet:
sıkıntı, zahmet.
fânî:
geçici.
fena:
kötü.
gayet:
son derece.
gazi:
savaş sırasında yarala-
nan kimse.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hakikat-i İslâmiyet:
İslâmiye-
tin hakikati.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati.
hesabına:
namına.
hükûmet:
yönetim.
idam-ı ebedî:
dirilmemek
üzere sonsuz yok oluş.
iğfal:
yanıltma.
ihlâl:
halel getirme, bozma.
itham:
suçlama, suç isnat
etme.
kabir:
mezar.
kafile:
topluluk; fırka.
maatteessüf:
ne yazık ki...
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
iç yüzü.
mahkeme-i âdil:
adaletle
hükmeden mahkeme.
makam:
manevî mevki.
mazlum:
zulme uğramış.
meşrep:
hareket tarzı, tavır,
meslek.
1...,563,564,565,566,567,568,569,570,571,572 574,575,576,577,578,579,580,581,582,583,...1406
Powered by FlippingBook