Lem'alar - page 564

güzelliklerini gösteriyorlar; ve teceddüt ve taharrükleriyle
ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemal ve
o güzellikleri tazeleştiriyorlar; ve inkisaratlarıyla güneşin
ve ziyasının ve elvan-ı seb’asının gizli güzelliklerini güzel
izhar ediyorlar.
Aynen öyle de, Şems-i ezel ve ebed olan Cemîl-i zül-
celâl’in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel esma-i Hüs-
nasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilveleri-
nin tazelenmesi için, bu güzel masnular, bu tatlı mahlûk-
lar, bu cemalli mevcudat, hiç durmayarak gelip gidiyor-
lar. kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller kendi-
lerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen ser-
medî ve mukaddes bir cemalin ve daimî tecelli eden ve
görünmek isteyen mücerret ve münezzeh bir hüsnün işa-
retleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğunun
pek çok kuvvetli delilleri risale-i nur’da tafsilen izah edil-
miş. Burada o bürhanlardan üç tanesi, kısaca, gayet ma-
kul bir surette zikredilmiştir diye beyana başlar. Bu risa-
leyi gören her bir zevk-i selim ashabı hayrette kalmakla
beraber, kendilerinin istifadelerinden başka, gayrilerinin
de istifadelerine çalışmayı lâzım buluyorlar. Hususan İkin-
ci Bürhanda beş nokta beyan ediliyor. Aklı çürük, kalbi
bozuk olmayan, her hâlde takdir ve tahsin ve tasviple
“Maşaallah, fetebârekâllah” diyecek; fakir, hakir görünen
vücudunu teâlî ettirecek harika bir mu’cize olduğunu derk
ve tasdik edecek.
alâmet:
belirti, işaret.
ashap:
sahipler, malik olanlar.
âyinedar:
ayna tutan.
beyan:
anlatma, izah.
bürhan:
delil, hüccet.
cemal:
güzellik.
cemal-i kudsî:
Cenab-ı Allah’ın
mukaddes güzelliği.
Cemîl-i Zülcelâl:
büyüklük ve son-
suz güzellik sahibi Allah.
cilve:
tecelli.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
derk:
anlama, kavrama.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel isim-
leri.
fetebârekâllah:
Allah mübarek et-
sin.
gayet:
son derece.
gayr:
öteki, diğer.
hakir:
adî, bayağı, ehemmiyetsiz.
hususan:
özellikle.
hüsün:
güzellik.
inkisarat:
kırılmalar, bozulmalar.
istifade:
faydalanma.
izah:
açıklama, eksiksiz anlatma.
izhar:
açığa vurma, gösterme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
lâzım:
gerek.
lem’a:
parıltı.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 564 | Lem’aLar
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış, yaratık.
makul:
akla uygun.
masnu:
sanatla yapılmış olan.
maşaallah:
Allah korusun.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
mukaddes:
takdis edilmiş,
yüce.
mücerret:
soyutlanmış.
münezzeh:
tenzih edilmiş,
uzak.
nihayetsiz:
sonsuz.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sermedî:
ebedî, daimî.
suret:
biçim, tarz.
Şems-i ezel ve ebed:
ezel ve
ebed güneşi, ezelden ebede
bütün varlık âlemini aydınla-
tan Cenab-ı hak için bir ben-
zetme.
tafsilen:
ayrıntılı olarak.
taharrük:
hareketlenme, kı-
mıldama.
tahsin:
beğenme, güzel
bulma.
takdir:
beğendiğini belirtme,
lüzumunu anlama.
tasdik:
doğruluğunu kabul
etme.
tasvip:
uygun bulma.
teâlî:
yüceltme.
teceddüt:
tazelenme, yeni-
lenme.
tecelli:
belirme, görünme.
tezahür:
zuhur etme, gö-
rünme.
zevk-i selim:
en temiz, en
yüksek derecedeki zevk.
zikir:
anma, bildirme.
ziya:
ışık, nur.
1...,554,555,556,557,558,559,560,561,562,563 565,566,567,568,569,570,571,572,573,574,...1406
Powered by FlippingBook