ve benim rabbim ve İlâhım olduğuna tasdik ve imanım-
da ve iz’anımda vardır. Bunun edillesi, zevi’l-ihsası hay-
rette bırakacak gayet derin ve dakik on iki hemhemeler
ve şuur-i imanlarla risale-i Hasbiyede beyan edilmiştir.
•
İ
KİNCİ
m
erteBe-İ
N
UrİYe-İ
H
aSBİYe
:
Fıtratımdaki had-
siz aczimle beraber, ihtiyarlık ve gurbet ve kimsesizlik ve
tecridim içinde, ehl-i dünya desiseleriyle, casuslarıyla ba-
na hücum ettikleri hengâmda kalbime dedim: “elleri bağ-
lı, zayıf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor. Be-
nim için bir nokta-i istinat yok mu?” diye,
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *GÉn
æo
Ñ°r
ùn
M
ayetine müracaat ettim. Bana o
ayet bildirdi ki:
İntisab-ı imanî vesikasıyla, kadîr-i mutlak öyle bir sul-
tana intisap edersin ki, zemin yüzünde, her baharda dört
yüz bin milletten mürekkep nebatat ve hayvanat ordula-
rının bütün cihazatlarını kemal-i intizamla vermekle bera-
ber, başta insan olarak, hayvanatın muazzam ordusunun
bütün erzaklarını, değil medenî insanların son zamanlar-
da keşfettikleri et ve şeker ve sair taamların hulâsaları gi-
bi, belki yüz derece o medenî hulâsalardan daha mükem-
mel ve bütün taamların her nev’inden tohum ve çekirdek
denilen rahmanî hulâsalara koyup ve o hulâsaları dahi,
onların pişirmelerine ve inbisatlarına dair kaderî tarifeler
içinde sarıp, muhafaza için küçük sandukçalara koyup
tevdi eder. o sandukçaların icadı,
kün
emrinde bulunan
kâf-nun
fabrikasından o kadar çabuk ve kolay ve çokluk-
la olur ki, kur’ân der: “Hâlık emreder, meydana gelir.”
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan:
anlatma, izah.
cihazat:
cihazlar, organlar.
dair:
alâkalı.
desise:
gizli hile.
edille:
deliller.
ehl-i dünya:
dünya adamı, ahireti
düşünmeyen.
erzak:
yiyecek, içecek.
fıtrat:
yaratılış, tabiat.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
her şeyi yoktan var eden,
Allah.
hayvanat:
hayvanlar.
hemheme:
rüzgârın esmesi ile
ağaç yapraklarından çıkan sesler.
hengâm:
zaman, sıra.
hulâsa:
öz.
hücum:
saldırma.
icat:
vücuda getirilme, yaratma
İlâh:
ma’bud.
iman:
inanma, itikat.
inbisat:
yayılma, genleşme.
intisab-ı imanî:
iman ederek bir
şeye dahil olmak.
intisap:
bağlanma.
iz’an:
inanç, gönülden inanma.
kaderî:
kader ile alâkalı.
kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kemal-i intizam:
tam ve eksiksiz
düzen.
keşif:
meydana çıkarma, bulma.
kün:
ol manasında emirdir.
medenî:
uygar, modern.
mertebe-i nuriye-i hasbiye:
Has-
bünallahü ve ni’me’l-vekîl (Allah
bize yeter, o ne güzel vekildir)
ayetinin mertebesi, derecesi.
muazzam:
çok büyük.
muhafaza:
koruma.
mükemmel:
kâmil, noksansız,
tam.
müracaat:
başvurma.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
rab:
yaratan, büyüten, ter-
biye eden Allah.
rahmanî:
Allah’tan gelen ha-
yırlı şeyler.
risale-i Hasbiye:
‘’Hasbünal-
lahü ve ni’me’l-vekîl’’ ayetinin
sırlarını ve mertebelerini an-
latan risale.
sair:
diğer, öteki.
sandukça:
küçük sandık.
sultan:
mutlak iktidar sahibi
olan, Allah.
şuur-ı iman:
iman şuuru, bi-
linci.
taam:
yemek.
taarruz:
şiddetle saldırma.
tarife:
bir işlemin nasıl gerçek-
leştirileceğini gösteren belge.
tasdik:
doğrulama.
tecrit:
bir kişinin başka bir in-
san veya nesneyle olan ilişki-
sini kesme, yalnız bırakma.
tevdi:
emanet etme.
vesika:
dayanılacak, güveni-
lecek sağlam delil.
zemin:
yeryüzü.
zevi’l-ihsas:
his sahipleri.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 558 | Lem’aLar