(1)
p
ÜGn
ôn
îr
?p
d Gƒo
ær
HGn
h p
är
ƒn
ªr
?p
d Gho
óp
d
Yani,
“Ölmek için tevellüt
edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyor-
sunuz”
diyor. İşte bu hakikati kulağımla değil, gözümle
işitiyordum!
evet, o vaziyetim o vakit beni nasıl ağlattırmış; on se-
nedir hayalim o vaziyete uğradıkça yine ağlıyor. evet, bin-
ler sene yaşamış o ihtiyar kalenin başındaki menzillerin
harap olması ve onun altındaki şehrin sekiz sene zarfın-
da sekiz yüz sene kadar ihtiyarlanması ve kale altındaki
gayet hayattar ve mecma-ı ahbap olan medresemin ve-
fatı, umum osmanlı devletinde bütün medreselerin vefa-
tını gösteren cenazesinin manevî azametine işareten, ko-
ca Van kalesinin yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş.
Âdeta o medresedeki, sekiz sene evvel benimle beraber
bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle bera-
ber ağlıyorlar. Belki o kasabanın harabe duvarları, dağıl-
mış taşları benimle beraber ağlıyorlar. Ve onları ağlıyor
gibi gördüm.
Ben o vakit anladım ki, vatanımdaki bu gurbete daya-
namayacağım. Ya ben de kabre, onların yanına gitmeli-
yim; veyahut dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada
beklemeliyim diye düşündüm. dedim: “Madem dünyada
böyle tahammül edilmez, sabırşiken, mukavemetsûz, yan-
dırıcı firkatler var; elbette mevt, hayata racihtir. Hayatın
bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildir.”
o vakit cihat-ı sitte denilen altı cihete nazar gezdirdim,
karanlıklı gördüm. o şiddet-i teessürden gelen gaflet,
Lem’aLar | 549 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
tahammül:
katlanma, sabretme.
talebe:
öğrenci.
tevellüt:
doğma, doğum.
umum:
bütün.
vaziyet:
durum, hâl.
vefat:
ölüm.
yekpare:
tek parça.
zarfında:
süresince.
âdeta:
sanki.
azamet:
büyüklük.
cenaze:
ölü.
cihat-ı sitte:
altı taraf (sağ, sol,
ön, arka, alt, üst).
cihet:
yön, taraf.
ecel:
ölüm vakti.
firkat:
ayrılık.
gaflet:
gafillik, duyarsızlık, nef-
sinin tembelliğine dalmak.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hakikat:
gerçek.
harabe:
yıkılmaya yüz tut-
muş.
harap:
yıkılmış, viran olmak.
hayattar:
canlı.
işareten:
işaret ederek.
kabir:
mezar.
manevî:
manaya ait.
mecma-ı ahbap:
dostların
toplandığı yer.
medrese:
İslâm dünyasında
düzenli öğretim kuruluşu.
menzil:
yer.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş.
mukavemetsûz:
mukavemeti
yok eden, dayanılmaz hâle ge-
tiren.
nazar:
bakış.
racih:
daha daha üstün.
sabırşiken:
sabrı bozan, sabrı
kıran.
şiddet-i teessür:
üzüntü ve ız-
tırabın şiddeti.
1.
Keşfü’l-Hafa, 2:140, hadis no: 2041; Feyzü’l-Kadîr, 5:483, no: 8053; Mecmeu’z-Zevaid, 1:94.