fedakâr bir medar-ı teselli, bir arkadaşım olabilirdi; ve en
zeki bir talebem, bir muhatap ve risale-i nur eczalarının
en emin bir sahibi ve muhafızı olurdu.
evet, insaniyet itibarıyla böyle bir zayiat, benim gibi in-
sanlara çok hırkatlidir, yandırıyor. gerçi zahiren taham-
müle çalışıyordum, fakat ruhumda şiddetli fırtına vardı.
eğer ara sıra kur’ân’ın nurundan gelen teselli teskin et-
meseydi, benim için dayanmak mümkün olamayacaktı.
o zaman Barla derelerine, dağlarına yalnız gidip geziyor-
dum. Hâlî yerlerde oturup o teessürat-ı hazine içinde, es-
ki zamanda Abdurrahman gibi sadık talebelerimle geçir-
diğim mes’udâne hayat levhaları sinema gibi hayalimden
geçtikçe, ihtiyarlık ve gurbetin verdiği sür’at-i teessür, mu-
kavemetimi kırıyordu.
Birden,
(1)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
Gn
h o
ºr
µo
?r
G o
¬n
d o
¬n
¡r
Ln
h s
’p
G l
?p
dÉn
g m
Ar
?n
T t
?o
c
ayet-i kudsiyesinin sırrı inkişaf etti. Bana
(2)
?/
bÉn
Ñr
dG n
âr
fn
G ?/
bÉn
H Én
j @ ?/
bÉn
Ñr
dG n
âr
fn
G ?/
bÉn
H Én
j
dedirtti ve onunla
hakikî teselli verdi.
evet, ben o hâlî derede, o hazin hâlette, bu ayet-i kud-
siyenin sırrıyla, Mirkatü’s-sünnet risalesinde işaret edil-
diği gibi, kendimi üç büyük cenaze başında gördüm:
• Biri, elli beş yaşıma kadar elli beş ölmüş ve hayat-ı
ömrümde defnedilmiş said’lerin kabri üstünde bir mezar
taşı olarak kendimi gördüm.
• İkinci cenaze, zaman-ı Âdem’den (
As
) beri, benim
hemcinsim ve nev’im vefat edip mazi kabrinde def-
nedilmiş olan o büyük cenazenin başında, mezar taşı
Lem’aLar | 541 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
mes’udâne:
mutluca, mutlu ola-
rak geçen.
mirkatü’s-Sünnet risalesi:
Risale-
i Nur’da bulunan ve sünnet-i se-
niyeye bağlılığın öneminin anlatıl-
dığı risale.
muhafız:
koruyan.
muhatap:
konuşulan kimse.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma.
mümkün:
imkân dahilinde.
müstesna:
ayrı tutulan.
nevi:
tür, cins.
nur:
aydınlık, ışık.
risale-i Nur:
Nur Risalesi.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve bağ-
lılığı içten olan.
sür’at-i teessür:
ıztırabın, teessü-
rün artması.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme.
talebe:
öğrenci.
teessürat-ı hazine:
hazin bir
üzüntü, keder.
teselli:
avutma.
teskin:
sakinleştirme.
vefat:
ölüm.
zahiren:
görünüşte.
zaman-ı Âdem:
Hz. Âdem zamanı.
zayiat:
kayıplar, zararlar.
ayet-i kudsiye:
Kur’ân’ın
kudsî ayeti.
bâkî:
ebedî, sürekli, daimî.
cenaze:
ölü.
defnedilme:
mezara koyma,
gömme.
ecza:
cüzler, kısımlar.
emin:
güvenilir.
fedakâr:
feda eden.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hakikî:
gerçek.
hâlet:
hâl.
hâlî:
boş, ıssız.
hayat-ı ömür:
yaşanan hayat.
hazin:
hüzün veren, elemli.
helâk:
yok etme.
hemcins:
aynı cinsten olan.
hırkat:
yanma.
hüküm:
hükmetme, hüküm-
ranlık.
hükümranlık:
hâkimiyet, sal-
tanat.
inkişaf:
açılma, keşfolunma.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
itibarıyla:
değeriyle.
kabir:
mezar.
levha:
tablo, manzara.
mazi:
geçmiş zaman.
medar-ı teselli:
teselli kay-
nağı.
1.
Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesna. Hüküm ve hükümranlık Onundur;
siz de Ona döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi: 88.)
2.
Ey Bâkî olan Allah! Ancak Sen bâkîsin. • Ey Bâkî olan Allah! Ancak Sen bâkîsin.