Lem'alar - page 537

mümteni mahiyetine girecek ve hiçbir şey vücuda gelme-
yecek, belki de vücuda gelmesi muhal olacaktır.
İşte bu gayet ince ve gayet kuvvetli ve gayet derin ve
gayet zahir bir bürhanla, şeytanın muvakkat bir şakirdi ve
ehl-i dalâletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sus-
tu. Ve, lillâhilhamd, tam imana geldi. Ve dedi ki:
evet, bana öyle bir Hâlık ve rab lâzım ki, en küçük ha-
tırat-ı kalbimi ve en hafî niyazımı bilecek; ve en gizli ihti-
yac-ı ruhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediye-
yi vermek için, koca dünyayı ahirete tebdil edecek ve bu
dünyayı kaldırıp ahireti yerine kuracak; hem sineği halk
ettiği gibi, semavatı da icat edecek; hem güneşi semanın
yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de göz be-
beğimde yerleştirecek bir kudrete malik olsun. Yoksa, si-
neği halk edemeyen, hatırat-ı kalbime müdahale edemez,
niyaz-ı ruhumu işitemez. semavatı halk edemeyen, sa-
adet-i ebediyeyi bana veremez. öyle ise, benim rabbim
odur ki, hem hatırat-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i ha-
vayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi dünyayı
ahirete tebdil edip, cenneti yapıp, kapısını bana açar,
“Haydi, gir!” der.
İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım
ömrünü nursuz felsefî ve ecnebi fünununa sarf eden ihti-
yar kardeşlerim! kur’ân’ın lisanındaki mütemadiyen
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’
ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve
ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelen-
mez ve tagayyür etmez kudsî bir rükn-i imanîyi anlayınız
Lem’aLar | 537 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
muhal:
imkânsız, mümkün olma-
yan.
muvakkat:
geçici.
müdahale:
karışma.
mümteni:
mümkün olmayan, im-
kânsız.
mütemadiyen:
devamlı olarak,
sürekli.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri ken-
disinde toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
netice:
sonuç.
niyaz:
Allah’a yalvarma, dua.
niyaz-ı ruh:
ruhun duası.
nur:
aydınlık, ışık.
ömür:
yaşayış, hayat.
rab:
yaratan, besleyen, büyüten
ve terbiye eden Allah.
rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden Allah.
rükn-i imanî:
imanın esası.
saadet-i ebedîye:
sonsuz mutlu-
luk.
sarf:
harcama.
sema:
gökyüzü.
semavat:
semalar, gökler.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tagayyür:
değişme.
tebdil:
dönüştürme.
vekil:
başkasının yerine ve adına
hareket eden.
zahir:
açık.
zedelemek:
zarara sokmak.
zerre:
en küçük parça.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
bürhan:
delil, hüccet.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
cihet:
yön.
ecnebi:
yabancı.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; az-
gın ve sapkın kimseler.
ehl-i felsefe:
filozoflar, felse-
feye taraftar olanlar.
felsefî:
felsefe ile ilgili.
ferman-ı kudsiye:
Kur’ân’ın li-
sanındaki mukaddes ferman.
fünun:
fenler.
gayet:
son derece.
hafî:
gizli.
hakikat:
gerçek.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hatırat-ı kalb:
kalbe gelen ha-
tıralar.
icat:
yoktan var etme.
ihtiyac-ı ruh:
ruhun ihtiyacı.
iman:
inanma, itikat.
ıslah:
iyileştirme, düzeltme.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lâzım:
gerekli.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun ki...
lisan:
dil.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati.
malik:
sahip.
1.
Ondan başka ilâh yoktur. (Haşir Suresi: 22, 23; Bakara Suresi: 255; v.d.)
1...,527,528,529,530,531,532,533,534,535,536 538,539,540,541,542,543,544,545,546,547,...1406
Powered by FlippingBook