Lem'alar - page 534

Meselâ, nasıl ki göze görülmeyen eczalı bir mürekkep-
le yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus bir ec-
za sürülse, o koca kitap birden her bir göze vücudunu
gösterip kendini okutturur. Aynen öyle de, o kadîr-i eze-
lî’nin ilm-i muhitinde, her şeyin suret-i mahsusası, bir mik-
tar-ı muayyenle taayyün ediyor. o kadîr-i Mutlak,
emr-i
(1)
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
ile, o hadsiz kudretiyle ve nafiz irade-
siyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve sühulet-
le, kudretin bir cilvesi olan kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye
sürer, o şeye vücud-i haricî verir, göze gösterir, nukuş-i hik-
metini okutturur.
eğer bütün eşya birden o kadîr-i ezelî’ye ve Alîm-i külli
Şey’e verilmezse, o vakit sinek gibi en küçük bir şeyin vü-
cudunu, dünyanın ekser nevilerinden hususî bir mizanla
toplamak lâzım gelmekle beraber; o küçük sineğin vü-
cudunda çalışan zerreler, o sineğin sırr-ı hilkatini ve ke-
mal-i sanatını bütün dekaikıyla bilmekle olabilir. Çünkü
esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum
ehl-i aklın ittifakıyla, hiçten icat edemez. öyleyse, her hâl-
de, onlar icat etse, elbette toplayacak. Madem toplayacak;
hangi zîhayat olursa olsun, ekser anasır ve envaından nu-
muneler, içinde vardır. Âdeta kâinatın bir hulâsası, bir çe-
kirdeği hükmündedir. elbette, o hâlde bir çekirdeği bütün
bir ağaçtan, bir zîhayatı bütün rûy-i zeminden ince elek-
le eleyip ve en hassas bir mizanla ölçüp toplattırmak lâ-
zım geliyor. Ve madem esbab-ı tabiiye cahildir, camittir;
bir ilmi yoktur ki bir plân, bir fihriste, bir model, bir
âdeta:
sanki.
alîm-i Külli şey:
her şeyi bilen ve
her şey ilmi dahilinde olan Allah.
anasır:
unsurlar, asıllar.
azamet-i kudret:
kudretin büyük-
lüğü.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cahil:
bilgisiz.
camit:
ruhsuz, cansız.
cilve:
tecelli, görünme, yansıma.
dekaik:
incelikler.
ecza:
kimyevî özelliği olan madde.
ehl-i akıl:
akıl sahipleri.
ekser:
pek çok.
enva:
çeşitler, türler.
esbab-ı maddiye:
maddî sebep-
ler.
esbab-ı tabiiye:
tabiî sebepler, do-
ğal sebepler.
fihriste:
özet, liste.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hassas:
incelikli.
hulâsa:
öz, esas.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
ilim:
bilgi.
ilm-i muhit:
kuşatıcı ilim.
irade:
dileme, isteme.
ittifak:
fikir birliği etme.
Kadîr-i ezelî:
varlığının başlangıcı
ve sonu olmayıp zamanla sınırlı
olmayan ve her şeye gücü yeten
Allah
Kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi, Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kemal-i sanat:
sanattaki mü-
kemmellik.
kudret:
kuvvet, iktidar.
lâzım:
gerekli.
mahiyet-i ilmiye:
bir şeyin
ilmî mahiyeti.
mahsus:
has.
meselâ:
misal olarak.
miktar-ı muayyen:
belirli
miktar.
mizan:
terazi, ölçü.
model:
aynısı yapılmak üzere
örnek alınan şey.
nafiz:
tesir eden, nüfuzlu.
nevi:
çeşit, tür.
nukuş-i hikmet:
hikmetle iş-
lenen nakışlar.
numune:
örnek.
plân:
program.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sırr-ı hilkat:
yaratılış sırrı.
suret-i mahsusa:
özel, hususî
tarz.
sühulet:
kolaylık.
taayyün:
belirlenme.
umum:
bütün.
vücud-i haricî:
maddî vücut,
beden.
zerre:
pek ufak parça.
zîhayat:
hayat sahibi.
1.
“Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 534 | Lem’aLar
1...,524,525,526,527,528,529,530,531,532,533 535,536,537,538,539,540,541,542,543,544,...1406
Powered by FlippingBook