Birden, esarette, kosturma’daki camideki intibah-ı ru-
hî yine başladı. onun eseri olarak, kalben merbut oldu-
ğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, es-
babı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki,
çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. o sıralarda, en
sadâkatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir
sadâkatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Ha-
yat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. kalbime dedim:
“Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? görüyorum ki,
hakikat noktasında acınacak hâlimize, pek çok insanlar
gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuş-
lar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünya-
perest insanları divane görüyorum?”
Her ne ise... Ben, ihtiyarlığın verdiği şiddetli intibah ci-
hetinde, en evvel, alâkadar olduğum fânî şeylerin fânîli-
ğini gördüm. kendime de baktım, nihayet-i aczde gör-
düm. o vakit, beka isteyen ve beka tevehhümüyle fânîle-
re müptelâ olan ruhum bütün kuvvetiyle dedi ki: “Madem
cismen fânîyim; bu fânîlerden bana ne hayır gelebilir?
Madem ben âcizim; bu âcizlerden ne bekleyebilirim? Be-
nim derdime çare bulacak bir Bâkî-i sermedî, bir kadîr-i
ezelî lâzım” diyerek taharriye başladım.
o vakit, her şeyden evvel, eskiden beri tahsil ettiğim
ilme müracaat edip, bir teselli, bir rica aramaya başladım.
Maatteessüf, o vakte kadar ulûm-i felsefeyi ulûm-i İs-
lâmiye ile beraber havsalama doldurup, o ulûm-i felsefe-
yi, pek yanlış olarak, maden-i tekemmül ve medar-ı te-
nevvür zannetmiştim. Hâlbuki, o felsefî meseleler
Lem’aLar | 531 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
taharri:
dikkatlice araştırma.
tahsil:
ilim öğrenme, öğrenim.
teselli:
avunma.
tetkik:
dikkatle araştırma.
tevehhüm:
vehimlenme, zan-
netme.
ulûm-i felsefe:
felsefî ilimler.
ulûm-i İslâmiye:
İslâmî ilimler.
vefasız:
sözünde durmayan.
zannetme:
sanma.
âciz:
zayıf, güçsüz.
alâka:
ilgi, bağ.
alâkadar:
ilişkili, ,bağlı.
Bâkî-i Sermedî:
varlığı sonsuz
ve sürekli olan Allah.
beka:
bâkîlik, ebedîlik.
cihet:
yön.
divane:
deli.
dünyaperest:
dünyaya tapan.
esaret:
esirlik.
esbap:
sebepler.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
felsefî:
ile ilgili.
gıpta:
imrenme.
hakikat:
gerçek.
hâlât:
hâller, durumlar.
hâlbuki:
oysa ki.
hatır:
zihin.
havsala:
anlama gücü.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
ilim:
bilgi.
intibah:
uyanıklık.
intibah-ı ruhî:
ruhî uyanış.
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü
yeten, varlığının evveli olma-
yan, Allah.
lâzım:
gerekli.
maatteessüf:
ne yazık ki...
maden-i tekemmül:
gelişme,
ilerlemenin madeni.
medar-ı saadet-i dünyeviye:
dünyadaki mutluluğun sebebi.
medar-ı tenevvür:
aydın-
lanma, nurlanma sebebi.
merbut:
bağlı.
mesele:
problem, önemli
konu.
müptelâ:
düşkün, tutkun.
müracaat:
başvurma.
nihayet-i acz:
aczin sonu.
rica:
ümit.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.