Lem'alar - page 521

sonra, ekser nâsın âşık ve müptelâ olduğu dünyaya
baktım. nur-i kur’ân ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî
dünya var: Birisi esma-i İlâhiyeye bakar, onların âyinesi-
dir. İkinci yüzü ahirete bakar, onun mezraasıdır. üçüncü
yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır.
Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Âde-
ta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat
herkesin hususî dünyasının direği, kendi hayatıdır. ne va-
kit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır, kıyameti kopar.
ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vazi-
yetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zanne-
dip perestiş eder.
Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim
de hususî bir dünyam var. “Bu hususî dünyam, bu kısa-
cık ömrümle ne faydası var?” diye düşündüm. nur-i
kur’ân ile gördüm ki:
Hem benim, hem herkes için, şu dünya, muvakkat bir
ticaretgâh; ve her gün dolar boşalır bir misafirhane; ve
gelen geçenlerin alış verişi için yol üstünde kurulmuş bir
pazar; ve nakkaş-ı ezelî’nin teceddüt eden, hikmetle ya-
zar bozar bir defteri; ve her bahar, bir yaldızlı mektubu;
ve her bir yaz, bir manzum kasidesi; ve o sâni-i zülce-
lâl’in cilve-i esmasını tazelendiren, gösteren âyineleri; ve
ahiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çi-
çekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları
yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde
Lem’aLar | 521 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
ömür:
yaşama, hayat.
perestiş:
tapma.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi, her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
tezgâh:
dokuma aleti.
ticaretgâh:
ticaret yapılan yer.
umumî:
herkese ait.
vaziyet:
durum, hâl.
yaldız:
süs.
zannetmek:
sanmak.
adet:
sayı.
âdeta:
sanki.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
âşık:
çok aşırı seven.
âyine:
ayna.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin varlıklardaki tecellileri,
yansımaları.
çiçekdanlık:
çiçek bahçesi.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehl-i dünya:
dünya adamı,
ahireti düşünmeyen.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahiretin farkında ol-
mayan.
ekser:
pek çok.
esma-i İlâhîye:
Allah’ın isim-
leri.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
hususî:
özel.
kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış şiir ve bu şiirin nazım şekli.
kıyamet:
dünyanın sonu.
küllî:
umumî.
levha:
manzara, görünüş.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati.
mahsus:
has.
manzum:
düzenlenmiş, sıra-
lanmış.
mel’abegâh:
oyun yeri.
mezraa:
tarla.
misafirhane:
geçici bekleme
yeri.
muvakkat:
geçici.
müptelâ:
düşkün, tutkun.
Nakkaş-ı ezelî:
her şeyi zatına
has olarak nakış nakış işleyen,
evveli olmayan Allah.
nâs:
insanlar.
nur-i Kur’ân:
Kur’ân nuru.
1...,511,512,513,514,515,516,517,518,519,520 522,523,524,525,526,527,528,529,530,531,...1406
Powered by FlippingBook