Lem'alar - page 524

yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla, rusça bil-
mediğim hâlde firar ettim. zaaf ve aczime binaen gelen
inayet-i İlâhiye ile harika bir surette kurtuldum. tâ Var-
şova ve Avusturya’ya uğrayarak İstanbul’a kadar geldim
ki, bu surette kolaylıkla kurtulmak pek harika olmuştu.
rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak
olamadıkları çok teshilât ve çok kolaylıkla, o uzun firarî
seyahati bitirdim.
Fakat o Volga nehri kenarındaki camideki mezkûr ge-
cenin vaziyeti bana bu kararı verdirmiş ki, bakıye-i ömrü-
mü mağaralarda geçireceğim. Bu insanların hayat-ı içti-
maîsine karışmak artık yeter. Madem sonunda yalnız kab-
re gideceğim; yalnızlığa alışmak için şimdiden yalnızlığı
ihtiyâr edeceğim, demiştim.
Fakat, maatteessüf, İstanbul’daki ciddî ve çok ahbap
ve İstanbul’un şaşaalı hayat-ı dünyeviyesi, hususan had-
dimden çok fazla bana teveccüh eden şan ve şeref gibi
neticesiz şeyler, o kararımı muvakkaten bana unutturdu-
lar. güya o gurbet gecesi, hayatımın gözünde nurlu si-
yahlıktı. Ve İstanbul’un beyaz, şaşaalı gündüzü, o hayat
gözümün nursuz beyazıydı ki, ileriyi göremedi, yine yat-
tı. tâ iki sene sonra gavs-ı geylânî,
Fütuhu’l-Gayb
kita-
bıyla tekrar gözümü açtırdı.
İşte ey ihtiyar ve ihtiyareler! Biliniz ki, ihtiyarlıktaki za-
af ve acz, rahmet ve inayet-i İlâhiyenin celbine vesiledir.
Ben kendi şahsımda çok hâdiselerle müşahede ettiğim gi-
bi, zeminin yüzündeki rahmetin cilvesi de gayet zahir
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahbap:
dostlar.
bakıye-i ömür:
ömrün geri kalanı.
binaen:
-den dolayı.
celp:
çekme.
cilve:
tecelli.
firar:
kaçma.
firarî:
kaçak.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 524 | Lem’aLar
Fütuhu’l-Gayb:
Abdülkadir-i
Geylânî Hazretlerinin bir eseri.
Gavs-ı Geylânî:
Abdülkadir-i
Geylânî.
gayet:
son derece.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
güya:
sanki.
had:
derece, mertebe.
hâdise:
olay.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı içtimaî:
sosyal hayat.
hususan:
özellikle.
ihtiyar:
yaşlı erkek.
ihtiyâr etme:
seçme, tercih
etme.
ihtiyare:
yaşlı kadın.
inayet-i İlâhîye:
Allah’ın yar-
dımı.
kabir:
mezar.
maatteessüf:
üzüntüyle ifade
etmek gerekir ki.
mesafe:
uzaklık.
mezkûr:
zikredilen.
muvaffak:
başarma.
muvakkaten:
geçici olarak.
müşahede:
görme, seyrede-
rek anlama.
netice:
sonuç.
nur:
aydınlık, ışık.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, esirgeme, bağışlama,
şefkat gösterme.
suret:
biçim, tarz.
şan:
şöhret, ün.
şaşaa:
zahirî parlak görünüş.
şeref:
iyi ün.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
teveccüh:
güler yüz gösterme,
iltifat etme.
vaziyet:
durum.
vesile:
vasıta.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zahir:
açık.
zemin:
yeryüzü.
1...,514,515,516,517,518,519,520,521,522,523 525,526,527,528,529,530,531,532,533,534,...1406
Powered by FlippingBook