İşte, madem ihtiyarlıktaki zaaf ve acz, bu derece rah-
met-i İlâhiyenin celbine medardır. Ve madem kur’ân-ı
Hakîm,
x
±o
G BÉn
ªo
¡n
d r
?o
?n
J n
Ón
a Én
ªo
gn
Óp
c r
hn
G BÉn
ªo
go
ón
Mn
G n
ôn
Ñp
µr
dG n
?n
ór
æp
Y s
øn
¨o
?r
Ñn
j És
ep
G
n
ìÉn
æn
L Én
ªo
¡n
d r
¢†p
Ør
NGn
h @ Ék
Á/
ôn
c k
’r
ƒn
b Én
ªo
¡n
d r
?o
bn
h Én
ªo
gr
ôn
¡r
æn
J n
’n
h
(1)
Gk
Ò/
¨n
°U /
ÊÉn
«s
Hn
Q Én
ªn
c Én
ªo
¡r
ªn
Mr
QG u
Ün
Q r
?o
bn
h p
án
ªr
Ms
ôdG n
øp
e u
?t
òdG
ayetiyle, beş cihetle gayet mu’cizâne bir surette ihtiyar
peder ve valideye karşı hürmete ve şefkate evlâtları da-
vet ediyor. Ve madem İslâmiyet dini, ihtiyarlara hürmet
ve merhameti emrediyor. Ve madem insaniyet fıtratı, ih-
tiyarlara karşı hürmet ve merhameti iktiza ediyor. elbet-
te biz ihtiyarlar, gençlik iştihasıyla olan muvakkat bir
zevk-i maddî yerine, manevî ve daimî ve mühim inayet-i
İlâhiyeden ve rikkat-i cinsiyeden gelen rahmet ve hür-
met, ve rahmet ve hürmetten neş’et eden ezvak-ı ruha-
niyeyi alıyoruz. o hâlde biz bu ihtiyarlığımızı yüz gençli-
ğe değişmemeliyiz. evet, ben kendim sizi temin ediyo-
rum ki, eski said’in on senelik gençliğini bana verseler,
ben şimdi Yeni said’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyece-
ğim. Ben ihtiyarlığımdan razıyım; siz de razı olmalısınız.
ONUNCURİCA
Bir zaman, esaretten geldikten sonra, İstanbul’da bir
iki sene yine gaflet galebe etti. siyaset havası, nazarımı
nefsimden kaldırıp afaka dağıtmışken, bir gün İstanbul’un
eyüp sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerin-
de oturuyordum. İstanbul etrafındaki afaka baktım.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
afak:
kişiyi ilgilendirmeyen dışa-
rıdaki şeyler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
celp:
çekme.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli, devamlı.
davet:
çağırma.
esaret:
esirlik.
evlât:
çocuklar.
ezvak-ı ruhaniye:
ruhen duyulan
zevkler.
fıtrat:
yaratılış.
gaflet:
dalgınlık, dünya ile ilgili iş-
lere dalmak.
galebe:
galip gelme.
gayet:
son derece.
hürmet:
riayet, saygı, şefkat ve
merhamet.
iktiza:
gerektirme.
inayet-i İlâhîye:
Allah’ın yardımı.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
iştiha:
istek, arzu.
kabristan:
mezarlık.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
manevî:
manaya ait.
medar:
sebep, vesile.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
muvakkat:
geçici.
mühim:
önemli.
nazar:
bakış.
nefis:
kendi, şahıs.
neş’et:
meydana gelme,
çıkma.
peder:
baba.
rahmet:
acıma, merhamet
etme.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti.
rica:
ümit.
rikkat-i cinsiye:
insanın kendi
cinsinden olana acıması.
siyaset:
politika.
suret:
biçim, tarz.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme.
temin etmek:
güvenlik, em-
niyet hissi vermek.:
tevazu:
alçak gönüllülük, kim-
seyi küçük görmemek.
valide:
anne.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zevk-i maddî:
maddî olarak
duyulan zevk.
1.
Anne ve babadan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara
sakın “Öf” bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. • Onlara merhamet ve tevazu
kanadını ger ve de ki: “Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de
onlara öylece merhamet buyur.” (İsra Suresi: 23-24.)
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 526 | Lem’aLar