hububatı topraktan istemeli. en cüz’î, en küçük bir şeyi
de Allah’tan istemek ve Allah’a yalvarmak ne demektir?”
O vakit, nur-i Kur’ân ile, sırr-ı tevhid, şu gelecek suret-
te inkişaf etti. Kalbim, o mütefelsif nefsime dedi:
en cüz’î
ve en küçük şey, en büyük şey gibi, doğrudan doğruya
bütün bu kâinat Hâlık’ının kudretinden gelir ve hazinesin-
den çıkar. Başka surette olamaz. esbap ise bir perdedir.
Çünkü en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mah-
lûklar, bazen sanat ve hilkat cihetinde en büyüğünden da-
ha büyük olur. sinek, tavuktan sanatça ileri geçmezse de,
geri de kalmaz. öyle ise, büyük küçük tefrik edilmeyecek.
Ya bütünü esbab-ı maddiyeye taksim edilecek, veyahut
bütünü birden bir tek zata verilecektir. Birinci şık muhal
olduğu gibi, bu şık vaciptir, zarurîdir. Çünkü bir tek zata,
yani, bir kadîr-i ezelî’ye verilse, madem bütün mevcuda-
tın intizamat ve hikmetleriyle vücudu kat’î tahakkuk eden
ilmi her şeyi ihata ediyor; ve madem ilminde her şeyin
miktarı taayyün ediyor; ve madem, bilmüşahede, her va-
kit hiçten, nihayetsiz sühuletle, nihayetsiz sanatlı masnu-
lar vücuda geliyor; ve madem o kadîr-i Alîm’in, bir kibrit
çakar gibi, emr-i
(1)
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
ile, hangi şey olursa olsun
icat edebildiğini, hadsiz kuvvetli deliller ile çok risalelerde
beyan ettiğimiz ve hususan Yirminci Mektup ve Yirmi
üçüncü lem’anın ahirinde ispat edildiği gibi, hadsiz bir
kudreti var; elbette, bilmüşahede görülen harikulâde sü-
hulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudret-
ten geliyor.
Lem’aLar | 533 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü yeten,
varlığının evveli olmayan, Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin.
kudret:
kuvvet, iktidar.
lem’a:
parıltı.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış.
masnu:
sanatla yapılmış.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muhal:
imkânsız.
mütefelsif:
felsefe yapan.
nefis:
şehvet, gazap, fazilet gibi
şeylerin kaynağı.
nihayetsiz:
sonsuz.
nur-i Kur’ân:
Kur’ân nuru.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliği sırrı.
suret:
biçim, tarz.
sühulet:
kolaylık.
taayyün:
belirlenme.
tahakkuk:
delil ile ispat edilme,
kesinleşme.
taksim:
bölme.
tefrik:
birbirinden ayırma.
vacip:
zorunlu.
zan:
sanma.
zarurî:
mecburî, zorunlu.
zat:
azamet ve ululuk sahibi kişi.
ahir:
son.
beyan:
anlatma, izah.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
cihet:
yön.
cüz’î:
az, basit.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
ehemmiyet:
önem.
esbab-ı maddiye:
maddî se-
bepler.
esbap:
sebepler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, Allah.
harikulâde:
olağanüstü.
hazine:
define.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
hilkat:
yaratılış.
hububat:
taneli bitkiler.
hususan:
özellikle.
icat:
yaratma, yoktan var
etme.
ihata:
kuşatma.
ihata-i ilmiye:
ilmin kuşatıcı-
lığı.
ilim:
bilgi.
inkişaf:
açılma, keşfolunma.
intizamat:
düzenlemeler, dü-
zenler.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
Kadîr-i alîm:
her şeyi hakkıyla
bilen ve her şeye gücü yeten,
Allah.
1.
“Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)