Lem'alar - page 543

zevalinden ve rabıtaların kopmasından neş’et eden had-
siz manevî yaralar içinde bir ameliyat-ı cerrahiye nev’in-
de bir tedavi başladı.
İkinci defa
(1)
?/
bÉn
Ñr
dG n
âr
fn
G ?/
bÉn
H Én
j
cümlesi, bütün o hadsiz
manevî yaralara hem merhem, hem tiryak oldu. Yani,
“sen bâkîsin. giden gitsin, sen yetersin. Madem sen bâ-
kîsin; zeval bulan her şeye bedel bir cilve-i rahmetin kâfi-
dir. Madem sen varsın; senin varlığına iman ile intisabı-
nı bilen ve sırr-ı İslâmiyetle o intisaba göre hareket eden
insana her şey var. Fenâ ve zeval, mevt ve adem bir per-
dedir, bir tazelenmektir, ayrı ayrı menzillerde gezmek
hükmündedir” diye düşünüp, tamamıyla o hırkatli, firkat-
li, hazin, elîm, karanlıklı, dehşetli hâlet-i ruhaniye, sürur-
lu, neşeli, lezzetli, nurlu, sevimli, ünsiyetli bir hâlete inkı-
lâp etti. lisanım ve kalbim, belki lisan-ı hâl ile bütün zer-
rat-ı vücudum “elhamdülillâh” dediler.
İşte, o cilve-i rahmetin binden bir cüz’ü şudur ki:
Ben o hüzüngâhım olan dereden ve o hüznengiz hâ-
letten, Barla’ya döndüm. Baktım ki, kuleönülü Mustafa
namında bir genç, benden ilmihale ait, abdest ve namaza
dair birkaç meseleyi sormak için gelmiş. o vakit misafir-
leri kabul etmediğim hâlde, onun ruhundaki ihlâs ve ileri-
de risale-i nur’a edeceği kıymettar hizmeti
(HaşİYe)
güya
hiss-i kablelvuku ile ruhum o gencin ruhunda okudu; onu
Lem’aLar | 543 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lisan:
dil.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu ve gö-
rünüşü ile bir mana ifade etmesi.
manevî:
manaya ait.
menzil:
yer.
merhem:
ilâç, çare.
mesele:
problem, önemli konu.
mevt:
ölüm.
müteaddit:
çok, birçok.
namında:
adında.
neş’et:
meydana gelme, oluşma.
nevi:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, ışık.
perde:
örtü.
rabıta:
bağ.
risale-i Nur:
Nur Risalesi.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
sırr-ı İslâmiyet:
İslâmiyetin sırrı.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tiryak:
ilâç, çare.
ünsiyet:
dostluk, cana yakınlık.
zerrat-ı vücut:
vücudun zerreleri.
zeval:
sona erme, yok olma.
adem:
yokluk.
ahbap:
dostlar.
ameliyat-ı cerrahiye:
cerrahî
ameliyat.
bâkî:
ebedî, daimî.
bedel:
karşılık.
cilve-i rahmet:
Cenab-ı Hak-
kın merhamet, şefkat ve lüt-
funun tecellileri.
cüz’:
parça.
dair:
alâkalı.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun.
elîm:
çok acı verici, elemli.
fenâ:
yok olma, son bulma.
firkat:
ayrılık.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlet:
hâl.
hâlet-i ruhanî:
ruh hâli, ruh
durumu.
haşiye:
dipnot.
hazin:
hüzün veren, elemli.
hırkatli:
yakıcı.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi ol-
madan önce hissetmek.
hükmünde:
değerinde.
hüznengiz:
hüzün dolu.
hüzüngâh:
hüzün yeri.
ihlâs:
samimiyet.
ilmihal:
din kurallarını içeren
bilgiler.
iman:
inanma, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intisap:
bağlanma.
kâfi:
yeter.
1.
Ey Bâkî olan Allah! Ancak Sen bâkîsin.
HaşİYe:
İşte o Mustafa’nın küçük kardeşi olan küçük Ali, kendi güzel,
sıhhatli kalemiyle yedi yüzden ziyade nur risalelerini yazmakla, tama-
mıyla bilfiil bir Abdurrahman olduğu gibi, müteaddit Abdurrahmanları
da yetiştirdi.
1...,533,534,535,536,537,538,539,540,541,542 544,545,546,547,548,549,550,551,552,553,...1406
Powered by FlippingBook