eskiden beri şairler şiirlerinde, ahbaplarıyla görüştük-
leri menzillerin mürur-i zamanla harabegâhlarına ağlamış-
lar. Bunun en firkatli levhasını da ben gözümle gördüm.
İki yüz sene sonra, gayet sevdiği dostların mahall-i ikame-
tine uğrayan bir adamın hüznüyle, hem ruhum, hem kal-
bim, gözüme yardım edip ağladılar. o vakit, gözümün
önünde harabezara dönmüş yerlerin, gayet mamur ve
şenlikli ve neşeli ve sürurlu bir surette bulunduğu zaman,
yirmi seneye yakın, en tatlı bir hayatta, tedris ile, kıymet-
tar talebelerimle geçirdiğim hayatımın o şirin safahatı, bi-
rer birer, sinema levhaları gibi canlanıp görünerek, son-
ra vefat edip gider tarzında hayali gözümün önünde epey
zaman devam etti.
o vakit, ehl-i dünyanın hâline çok taaccüp ettim: nasıl
kendilerini aldatıyorlar? Çünkü o vaziyet dünyanın tam fâ-
nî olduğunu ve insanlar da içinde misafir bulunduğunu bil-
bedahe gösterdi. ehl-i hakikatin mütemadiyen “dünya
gaddardır, mekkârdır, fenadır; aldanmayınız” demeleri ne
kadar doğru olduğunu gözümle gördüm. Hem insan na-
sıl cismiyle, hanesiyle alâkadardır; öyle de, kasabasıyla,
memleketiyle, belki dünyasıyla alâkadar olduğunu kendim
de gördüm. Çünkü, ben vücudum itibarıyla ihtiyarlık rik-
katinden iki gözümle ağlarken, medresemin yalnız ihti-
yarlığı değil, belki vefatından dolayı on gözle ağlamak is-
tiyordum. Ve o şirin vatanımın yarı ölmesiyle, yüz gözle
ağlamaya ihtiyacım vardı.
rivayet-i hadiste vardır ki, her sabah bir melâike çağı-
rıyor:
ahbap:
dostlar.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cisim:
beden.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 548 | Lem’aLar
ehl-i dünya:
dünya adamı,
ahireti düşünmeyen.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
geçici, ölümlü.
firkat:
ayrılık.
gaddar:
çok fazla zulüm, hak-
sızlık eden.
gayet:
son derece.
hane:
ev, mesken.
harabegâh:
harabeye dön-
müş yer.
harabezar:
yıkılmış, harabe ol-
muş.
hüzün:
keder, tasa.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
levha:
tablo, manzara.
mahall-i ikamet:
ikamet yeri.
mamur:
imar edilmiş.
medrese:
İslâm dünyasında
düzenli öğretim kuruluşu.
mekkâr:
düzenbaz, hileci.
melâike:
melekler.
menzil:
yer.
mürur-i zaman:
zamanın geç-
mesi.
mütemadiyen:
sürekli, de-
vamlı olarak.
rikkat:
acıma, müteessir olma
hâleti.
rivayet-i hadis:
hadis rivayeti,
Hz. Peygamberden aktarılan
söz, fiil ve hâller.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
safahat:
safhalar, devreler.
suret:
biçim, görünüş.
sürur:
sevinç, mutluluk.
taaccüp:
şaşma, hayret etme.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, suret.
tedris:
okutma, öğretme.
vaziyet:
durum, hâl.
vefat:
ölüm.