mevcudatın her birisinin ve umumunun lisan-ı hâlleriyle
beraber,
(1)
p
¿Én
Á
p
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
deriz”
demektir.
Hem o gafletkârâne hâlet-i müthişeden hiçe inen ez-
vak-ı hayat ve bütün bütün çekilip kuruyan emeller ve en
dar bir daire içinde sıkışıp kalan, belki mahvolan şahsıma
ait nimetler, lezzetler, birden –başka risalelerde kat’î bir
surette ispat ettiğimiz gibi– nur-i imanla, kalbin etrafın-
daki o dar daireyi öyle genişlettirdi ki, kâinatı içine aldı ve
o Horhor bahçesinde kurumuş ve lezzetini kaçırmış nimet-
ler yerinde, dâr-ı dünya ve dâr-ı ahireti birer sofra-i nimet
ve birer tabla-i rahmet şekline getirdi. göz, kulak, kalb
gibi on değil, yüz cihazat-ı insaniyenin her birini, gayet
uzun bir el suretinde, her mü’minin derecesi nispetinde
o iki sofra-i rahman’a uzatıp, her tarafından nimetleri
toplayacak bir tarzda gösterdiğinden, hem bu ulvî haki-
kati ifade, hem o hadsiz nimete şükür için, o vakit böyle
demiştim:
p
án
ªr
©u
ædG n
øp
e p
ør
«n
àn
Fƒo
?r
ªn
e p
ør
jn
QGs
ó?p
d p
Qu
ƒ°n
üo
Ÿr
G p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
p
In
Ò`/
ã`n
µr
dG p
¬°u
SGn
ƒn
ëp
H Én
ªo
¡r
æp
e o
ó«/
Øn
à°r
ùn
j Év
?n
M m
øp
erD
ƒo
e pq
?o
µp
d p
án
ªr
Ms
ôdGn
h
/
¬p
?p
dÉn
N p
¿r
Pp
Ép
H p
án
Øp
°ûn
µr
æo
Ÿr
G
Yani,
“Dünya ve ahireti nimet ve rahmetle doldurmuş
bir surette, hakikî mü’minlerin nur-i iman ve İslâmiyetle
inkişaf ve inbisat etmiş bütün hasselerinin elleriyle o iki
muazzam sofradan istifadeyi temin eden ve gösteren
nur-i iman nimetinin mukabiline, o imanı bana veren
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
cihazat-ı insaniye:
insandaki
maddî ve manevî cihazlar, organ-
lar.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
dâr-ı dünya:
dünya kapısı, dünya.
emel:
ümit.
ezvak-ı hayat:
hayatın zevkleri.
gafletkârâne:
gafletli bir şekilde.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâlet-i müthişe:
müthiş hâlde bu-
lunmak.
hasse:
duyu.
ifade:
anlatma, söyleyiş.
iman:
inanma, itikat.
inbisat:
yayılma, genişleme.
inkişaf:
açılma, keşfolunma.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kat’î:
kesin.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu
ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mahv:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
muazzam:
çok büyük.
mukabil:
karşılık.
mü’min:
iman eden, inanan.
nimet:
lütuf, ihsan.
nispet:
ölçü.
nur-i iman:
imandan gelen
nur.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, şefkat gösterme.
sofra-i nimet:
nimet sofrası.
sofra-i rahman:
Allah’ın ihsan
ettiği sofra, sonsuz nimetler.
suret:
biçim, tarz.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tabla-i rahmet:
rahmet tez-
gâhı.
temin:
sağlama, karşılama.
ulvî:
yüksek, yüce.
umum:
bütün, herkes.
1.
İman nurundan dolayı Allah’a hamd olsun.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 554 | Lem’aLar