Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, ka-
le dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış,
tahrip edilmiş. evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme,
güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazin nazar-
la baktım. o hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ah-
bap idim. kısm-ı azamı, Allah rahmet etsin, muhaceret
ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem er-
meni mahallesinden başka, Van’ın bütün Müslümanları-
nın haneleri tahrip edilmiş gördüm. Benim kalbim en de-
rinden sızladı. o kadar rikkatime dokundu ki, binler gö-
züm olsaydı, beraber ağlayacaktı. Ben gurbetten vatanı-
ma döndüm, gurbetten kurtuldum zannediyordum. Vâ-
esefâ, gurbetin en dehşetlisini vatanımda gördüm. on
İkinci ricada bahsi geçen Abdurrahman gibi ruhumla pek
alâkadar yüzer talebelerimi, dostlarımı kabirde ve o ah-
bapların yerlerini harabezar gördüm.
eskiden beri hatırımda olan bir zatın bir fıkrası vardı;
tam manasını göremiyordum. o hazin levha karşısında
tam manasını gördüm. Fıkra budur:
k
Óo
Ñ°o
S Én
æp
MGn
hr
Qn
G '
‹p
G Én
jÉn
æn
Ÿr
G Én
¡n
d r
än
ón
Ln
h Én
e p
ÜÉn
Ñr
Mn
’r
G o
án
bn
QÉn
Øo
e n
’ r
ƒn
d
Yani,
“Eğer dostlardan müfarakat olmasaydı, ölüm
ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.”
demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan müfara-
kattir. evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış,
ağlatmamış. eğer kur’ân’dan, imandan medet gelmesey-
di, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesi-
rat yapacaktı.
Lem’aLar | 547 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
tahrip:
harap etme.
talebe:
öğrenci.
tesirat:
etkiler.
vâesefâ:
esefler olsun.
vaziyet:
durum, hâl.
vefat:
ölme.
zan:
sanma.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla.
ahbap:
dostlar.
evvel:
önce.
fıkra:
bend, paragraf.
gam:
keder, tasa.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
güya:
sanki.
hane:
ev.
harabezar:
viranelik, yıkıntı
yeri.
hatır:
zihin.
hazin:
hüzün veren, elemli.
hüzün:
keder, tasa.
iman:
inanma, itikat.
keder:
gam, hüzün.
kısm-ı azam:
büyük kısım.
levha:
tablo, manzara.
mana:
anlam.
medet:
inayet, yardım.
medrese:
İslâm dünyasında
düzenli öğretim kuruluşu.
mevkii:
yer.
muhaceret:
göç etme.
müfarakat:
ayrılma.
nazar:
bakış.
perişan:
dağınık, karışık.
rahmet:
merhamet etme, şef-
kat gösterme.
rikkat:
müteessir olma hâleti.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.