geriye çevirmedim, kabul ettim.
(HaşİYe)
sonra tebeyyün
etti ki, risale-i nur hizmetinde ve benden sonra hayrü’l-
halef olarak, bir vâris-i hakikî vazifesini tam yerine geti-
recek olan Abdurrahman yerine, Cenab-ı Hak Mustafa’yı
numune olarak bana göndermiş ki, “senden bir Abdur-
rahman aldım; mukabilinde, bu gördüğün Mustafa gibi
otuz Abdurrahman, o vazife-i diniyede sana hem talebe,
hem biraderzade, hem evlâd-ı manevî, hem kardeş, hem
fedakâr arkadaş vereceğim.”
evet,
lillâhilhamd
, otuz Abdurrahman’ı verdi. o vakit
dedim: “ey ağlayan kalbim! Madem bu numuneyi gördün
HaşİYe:
elhak, o yalnız kabule değil, belki istikbale lâyık
(HaşİYeCİK)
oldu-
ğunu gösterdi.
HaşİYeCİK:
risale-i nur’un birinci şakirdi Mustafa’nın istikbale liyakatine
dair üstadımın hükmünü tasdik eden bir hâdise:
kurban arefesinden bir gün evvel üstadım gezmeye gidecekti. At ge-
tirmek üzere beni gönderdiği zaman, üstadıma dedim: “sen aşağıya in-
me. Ben kapıyı arkasından örtüp odunluktan çıkacağım.” üstadım “Ha-
yır,” dedi. “sen kapıdan çık” diyerek aşağıya indi. Ben kapıdan çıktık-
tan sonra kapıyı arkasından sürgüledi. Ben gittim, kendisi de yukarıya
çıktı. sonra yatmış. Bir müddet sonra kuleönülü Mustafa, Hacı os-
man’la beraber gelmişler. üstadım hiç kimseyi kabul etmiyordu ve et-
meyecekti. Hususan o vakit iki adamı beraber hiç yanına almaz, geri
çevirirdi. Hâlbuki, bu makamda bahsedilen kardeşimiz kuleönülü Mus-
tafa, Hacı osman’la gelince, kapı güya lisan-ı hâl ile ona demiş ki: “üs-
tadın seni kabul etmeyecek; fakat ben sana açılacağım” diyerek, arka-
sından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mustafa’ya açılmış. demek üs-
tadımın onun hakkında “Mustafa istikbale lâyıktır” diye söylediği sözü
istikbal gösterdiği gibi, kapı da buna şahit olmuştur.
Hüsrev
evet, Hüsrev’in yazdığı doğrudur, tasdik ediyorum. kapı bu mübarek
Mustafa’yı benim bedelime hem istikbal etti, hem de kabul etti.
Said Nursî
biraderzade:
yeğen.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ kendisi
olan şeref ve yücelik sahibi Allah.
dair:
ilgili, bağlı.
elhak:
doğrusu ya.
evlâd-ı manevî:
manevî evlât.
fedakâr:
feda eden.
hâdise:
olay.
haşiye:
dipnot.
haşiyecik:
küçük dipnot.
hayrü’l-halef:
hayırlı takipçi, bir
kimsenin yerini alan ve ona
lâyık hareket eden kimse.
hususan:
özellikle.
istikbal etmek:
karşılamak.
bir kimseyi ikramla karşıla-
mak.
istikbal:
gelecek zaman.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun ki...
liyakat:
lâyık olma, uygunluk.
mukabil:
karşılık.
müddet:
zaman dilimi.
numune:
örnek, misal.
risale-i Nur:
Nur Risalesi.
şahit:
tanık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulamak.
tebeyyün:
anlaşılma.
üstat:
Bediüzzaman Hazret-
leri.
vâris-i hakikî:
gerçek mirasçı.
vazife:
görev.
vazife-i diniye:
dinî vazifeler.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 544 | Lem’aLar