ahbapsızlıktan gelen elîmâne bir hüzün değil, belki baş-
ka, güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen le-
zizâne bir hüzün veren bir tazelenmektir.
Hem o dehşetli vaziyetten, kâinatın mevcudatının ka-
ranlıklı görünen yüzünü aydınlattı. Ben de o vakit o hâle-
te şükretmek istedim. Arabî şu fıkra geldi, tam o hakika-
ti tasvir etti. Şöyle ki, dedim:
Ék
JGn
ƒr
en
G k
AGn
ór
Yn
G o
Öp
fÉn
Ln
G o
ºs
gn
ƒn
àn
jÉn
e p
Qu
ƒ°n
üo
Ÿr
G p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
n
Ú°/
üs
Nn
ôo
e n
Ú/
°ùp
fƒo
e k
AÉn
«r
Mn
G Ék
fGn
ƒr
Np
G n
AGs
Op
hn
G n
Ú/
cÉn
H Ék
eÉn
àr
jn
G n
Ú/
°ûu
Mn
ƒo
e
n
Ú/
ëu
Ñ°n
ùo
e n
øj/
ôp
cGn
P n
øj/
Qho
ör
ùn
e
Yani,
“O şiddetli hâletin tesirinden gelen gafletle,
kâinatın mevcudatı, bir kısmı düşman ve ecnebi,
(HaşİYe)
bir kısmı müthiş cenazeler, diğer kısmı ise kimsesizlikten
ağlayan yetimler suretinde, gafil nefsime tevehhümle
gösterilen bu korkunç levhayı, nur-i imanla aynelyakîn
gördüm ki: O ecnebi, düşman görünenler birer dost,
kardeştirler. Ve o müthiş cenazeler ise, kısmen hayattar
ve ünsiyetkâr ve kısmen vazifeden terhis edilenlerdir. Ve
o ağlayan yetimlerin vaveylâları ise, zikir ve tesbihin
zemzemeleri olduğunu nur-i imanla gördüğümden, o
hadsiz nimetlerin menbaı olan imanı bana veren Hâlık-ı
Zülcelâl’e hadsiz hamd ediyorum. Ve bu dünyada, bu
dünya kadar büyük, hususî dünyamdaki bütün mevcudatı,
hamd ve tesbihat-ı İlâhiyede tasavvur ve niyetimle istimal
etmek bir hakkım olduğu nokta-i nazarından, bütün o
Lem’aLar | 553 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tasavvur:
düşünme, zihinde ta-
sarlama.
tasvir:
bir şeyi çeşitli ifade tarzla-
rıyla anlatma.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma.
tesbihat-ı İlâhîye:
Allah’ı zikir ve
tesbih etmek.
tesir:
etki.
tevehhüm:
vehimlenme, zan-
netme.
ünsiyetkâr:
ahbaplık, yakınlık
gösterir.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum, hâl.
yetim:
babası ölmüş çocuk, kim-
sesiz.
zemzeme:
ezgili, nağmeli ses.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme.
HaşİYe:
Yani zelzele, fırtına, tufan, taun, ateş gibi.
ahbap:
dostlar.
arabî:
Arabca.
aynelyakîn:
gözle görür dere-
cede inanma.
cenaze:
ölü.
ecnebi:
yabancı.
elîmâne:
acı, elem çekerek.
fıkra:
bend, paragraf.
gafil:
gaflette bulunan.
gaflet:
gafillik, tembellik, du-
yarsızlık.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hâlet:
hâl.
Hâlık-ı Zülcelâl:
“celâl, azamet
ve kibriya sahibi yaratıcı” an-
lamında Allah’ın bir sıfâtı.
hamd:
Allah’a karşı olan şük-
ran ve memnuniyetini onu
överek bildirme.
haşiye:
dipnot.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hususî:
özel, şahsî.
hüzün:
keder, gam.
iman:
inanma, itikat.
istimal:
kullanma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kısmen:
kısmî olarak.
levha:
tablo, manzara.
lezizâne:
lezzet alarak.
menba:
kaynak.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, hayırlı iş-
lerden alıkoyan güç.
nimet:
lütuf, ihsan.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
nur-i iman:
imandan gelen
nur.
suret:
biçim, görünüş.