zeminin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek
için, bahar sofrasında had ve hesaba gelmez, sanatlı, şi-
rin nimetlerini her baharda ihsan edip bir kahvaltı hük-
münde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedî-
lerinde sekiz daimî cenneti hadsiz bir zamanda hadsiz en-
va-ı nimetiyle doldurup ibadına ihzar eden bir rahma-
nü’r-rahîm’in rahmetine iman ile istinat edip intisabını
bilen, elbette öyle bir nokta-i istimdat bulur ki, en edna
derecesi, hadsiz ebedî emellere medet verip idame eder.
Hem o ayetin hakikatiyle, imanın ziyasından gelen nur
öyle parlak bir surette tecelli etti ki, o zulümatlı olan ci-
hat-ı sitteyi gündüz gibi aydınlattırdı. Çünkü bu medresem
ve bu şehirde talebe ve dostlarımın arkalarında kalıp ağla-
mak vaziyetini şöyle aydınlattırdı ki, “Ahbabın gittikleri
âlem karanlıklı değil. Yalnız yerlerini değiştirdiler; yine
görüşeceksiniz” diye ihtar etti. Ağlamayı tamamen kes-
tirdi. Ve dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek
olanları bulacağımı ifhâm etti.
evet, lillâhilhamd, hem vefat eden Van medresesini Is-
parta medresesiyle ihya edip, oradaki ahbapları dahi, da-
ha çok, daha kıymettar talebeler ve ahbaplarla manen ih-
ya etti. Hem bildirdi ki, dünya boş, hâlî olmadığını ve ha-
rap olmuş bir memleket suretini yanlış tasavvur ettiğimi,
belki Malik-i Hakikî, hikmetinin iktizasıyla, sun’î insanla-
rın levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir
ağacın bir kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine baş-
ka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak
dahi bir teceddüttür, tazelenmektir. İman noktasında,
ahbap:
dostlar.
âlem:
cihan.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihat-ı sitte:
altı taraf (sağ, sol, ön,
arka, alt, üst).
ebedî:
sonsuz, daimî
edna:
en küçük.
emel:
ümit.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri, tür-
leri.
firak:
ayrılık.
had hesaba gelmemek:
sınırsız
ve sayısız olmak.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
harap:
yıkık, viran olmuş.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hükmünde:
değerinde.
ibad:
kullar.
idame:
devamlı ve daimî kılma.
ifhâm:
anlatma, bildirme.
ihsan:
ikram etme, lütuf.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 552 | Lem’aLar
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
ihya:
hayat verme.
ihzar:
hazırlama.
iktiza:
gerekme.
iman:
inanma, itikat.
intisap:
bağlanma.
istinat:
dayanma.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
levha:
tablo, manzara.
lillâhilhamd:
Allah’a hamd ol-
sun ki...
malik-i Hakikî:
her şeyin ha-
kikî sahibi ve maliki olan Al-
lah.
manen:
ruhça, mana itibarıyla.
medet:
yardım.
medrese:
İslâm dünyasında
düzenli öğretim kuruluşu.
mesken-i ebedî:
ebedî mes-
ken.
nev-i beşer:
insanlık.
nimet:
lütuf, ihsan.
nokta-i istimdat:
yardım di-
leme noktası.
nur:
aydınlık, ışık.
rahmanü’r-rahîm:
dünya ve
ahirette yarattıklarına sonsuz
rahmet, şefkat ve merhame-
tiyle muamele eden Allah.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, şefkat gösterme.
sun’î:
el yapımı.
suret:
biçim, görünüş.
talebe:
öğrenci.
tasavvur:
düşünme.
teceddüt:
tazelenme, yeni-
lenme.
tecelli:
açılıp belirme, ortaya
çıkma.
vaziyet:
durum, hâl.
vefat:
ölme.
zemin:
yeryüzü.
zeval:
sona erme, yok olma.
ziya:
ışık, nur.
zulümat:
karanlıklar.