Lem'alar - page 518

gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alâkadar
olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor ve pek çok
alâkadar ve âdeta âşık olduğum dünya bana uğurlar ol-
sun deyip, misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. ken-
disi de Allahaısmarladık deyip, o da gitmeye hazırlanıyor.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan
(1)
p
är
ƒn
Ÿr
G o
án
?p
FBG n
P ¢m
ùr
Øn
f t
?o
c
ayetinin kül-
liyetinde,
“Nev-i insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek.
Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâkî bir surete girmek için
o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; ahiret suretine gir-
mek için o da ölecek”
manası, ayetin işaretinden kalbe
açılıyordu.
İşte bu hâlette vaziyetime baktım ki, medar-ı ezvak olan
gençlik gidiyor; menşe-i ahzan olan ihtiyarlık, yerine ge-
liyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zahirî ka-
ranlıklı, dehşetli ölüm, yerine gelmeye hazırlanıyor. Ve o
çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin maşukası
olan dünya, pek sür’atle zevale kavuşuyor gördüm. ken-
di kendimi aldatmak ve yine başımı gaflete sokmak için,
İstanbul’da haddimden çok fazla gördüğüm makam-ı içti-
maînin ezvakına baktım, hiçbir faydası olmadı. Bütün on-
ların teveccühü, iltifatı, tesellileri, yakınımda olan kabir
kapısına kadar gelebilir, orada söner. Ve şöhretperestle-
rin bir gaye-i hayali olan şan ve şerefin süslü perdesi al-
tında sakil bir riya, soğuk bir hodfüruşluk, muvakkat bir
sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki, beni şim-
diye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve on-
larda hiçbir nur yok.
âdeta:
sanki.
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
alâkadar:
ilişkili, münasebetli.
âşık:
çok aşırı seven.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bâkî:
ebedî, daimî.
daimî:
sürekli, devamlı.
elveda:
Allah’a ısmarladık.
ezvak:
zevkler, hazlar.
gafil:
gaflette bulunan.
gaflet:
gafillik.
gaye-i hayal:
hayal edilen gaye,
ideal.
gayet:
son derece.
had:
yetki, seviye.
hâlet:
hâl.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hodfüruş:
sadece nefsini beğe-
nen.
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
iltifat:
güler yüzle muamele, te-
veccüh etme.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
külliyet:
bütünlük, umumiyet.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
makam-ı içtimaî:
sosyal ha-
yattaki makam.
mana:
anlam.
mâşuka:
sevgili.
medar-ı ezvak:
zevklerin se-
bebi.
menşe-i ahzan:
hüzünlerin
kaynağı.
misafirhane:
geçici bekleme
yeri.
muhabbet:
sevgi.
muvakkat:
geçici.
nefis:
varlık, kişi.
nev-i insanî:
insan cinsi.
nur:
aydınlık, ışık.
nuranî:
nurlu, parlak.
riya:
iki yüzlülük.
sakil:
ağır, sıkıntı veren.
suret:
biçim, hâl.
şeref:
iyi ün.
şöhretperest:
şöhret düş-
künü.
teselli:
avunma.
teveccüh:
güler yüz gösterme,
iltifat etme.
vaziyet:
durum, hâl.
zahirî:
görünürdeki.
zan:
sanma.
zeval:
sona erme, yok olma.
1.
Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmran Suresi: 185; Enbiya Suresi: 35; Ankebut Suresi: 57.)
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 518 | Lem’aLar
1...,508,509,510,511,512,513,514,515,516,517 519,520,521,522,523,524,525,526,527,528,...1406
Powered by FlippingBook