Vaslını yâd eyledikçe ağlarım,
Tâ nefes varsa kuru cismimde feryat eylerim
diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapısını aradım. Bir-
den, ahirete iman nuru imdada yetişti; hiç sönmez bir
nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.
evet, ey benim gibi ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşi-
reler!
Madem ahiret var ve madem bâkîdir ve madem dün-
yadan daha güzeldir. Ve madem bizi yaratan zat hem
Hakîm, hem rahîm’dir. İhtiyarlıktan şekva ve teessüf et-
memeliyiz. Bilâkis, ihtiyarlık, iman ile ibadet içinde sinn-i
kemale gelip, vazife-i hayattan terhis ve âlem-i rahmete
istirahat için gitmeye bir alâmet olduğu cihetle, ondan
memnun olmalıyız.
evet, nass-ı hadis ile, nev-i beşerin en mümtaz şahsi-
yetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyanın
(1)
icma ve teva-
türle, kısmen şuhuda ve kısmen hakkalyakîne istinaden,
müttefikan ahiretin vücudundan ve insanların oraya sevk
edileceğinden ve bu kâinatın Hâlık’ının kat’î vadettiği ahi-
reti getireceğinden haber verdikleri gibi; onların verdikle-
ri haberi keşif ve şuhut ile, ilmelyakîn suretinde tasdik eden
yüz yirmi dört milyon evliyanın o ahiretin vücuduna şaha-
detleriyle ve bu kâinatın sâni-i Hakîm’inin bütün esması
bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekayı bil-
bedahe iktiza ettiklerinden, yine ahiretin vücuduna delâ-
letiyle; ve her sene, baharda, rûy-i zeminde ayakta duran
had ve hesaba gelmez ölmüş ağaçların cenazelerini emr-i
(2)
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
ile ihya edip
ba’sü ba’delmevte
mazhar
ağaç cenazesi:
dal budak, yaprak.
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
alâmet:
belirti, nişan.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi, ahi-
ret.
âlem-i rahmet:
Cenab-ı Allah’ın
sonsuz rahmet dünyası.
bâkî:
ebedî, daimî.
ba’sü ba’delmevt:
öldükten sonra
dirilme.
bilâkis:
aksine, tersine.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cihet:
yön.
cilve:
tecelli, görünme, yansıma.
cisim:
beden.
delâlet:
delil olma, gösterme.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
esma:
isimler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
feryat:
yüksek sesle bağırma, sız-
lanma.
had hesaba gelmemek:
sınırsız
ve sayısız olmak.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, Allah.
hakkalyakîn:
yaşayarak bilme,
bilginin en kesin hâli.
Hâlık:
her şeyi yoktan var eden,
yaratıcı; Allah.
hemşire:
bacı.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme.
icma:
fikir birliği.
ihtiyare:
yaşlı kadın.
ihya:
hayat verme.
iktiza:
gerektirme.
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilmek.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
istinaden:
dayanarak.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin.
keşif:
açma, Allah tarafından il-
ham edilme.
kısmen:
kısmî olarak.
mazhar:
eriştirme.
mümtaz:
seçkin.
müttefikan:
birlikte, ittifak ede-
rek.
nass-ı hadis:
hadisin delil olması.
nev-i beşer:
insanlık, bütün insan-
lar.
nur:
aydınlık, ışık.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rica:
ümit.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla
ve hikmetle yaratan Allah.
sevk:
gönderme, yollama.
sinn-i kemal:
olgunluk yaşı.
suret:
biçim, tarz.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şahsiyet:
kişilik.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şuhut:
şahit olma, müşahede
etme.
tasdik:
doğrulama.
teessüf:
üzülme, eseflenme.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
teselli:
avunma.
tevatür:
bir haberin yalan
söylemelerini aklın kabullene-
meyeceği kadar sayı ve sağ-
lamlıktaki bir topluluk tarafın-
dan aktarılması.
vadetmek:
söz vermek.
vasıl:
kavuşma, visal.
vazife-i hayat:
hayat vazifesi.
vücut:
varlık, var olma.
yâd:
hatırlama.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi
Allah.
1.
Müsned, 5:266; Veliyyüddin Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesabih, 3:122; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-
Meâd, (Tahkik: el-Arnavud), 1:43-44.)
2.
“Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 508 | Lem’aLar