evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli mil-
yon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve
akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her gün-
de,
(1)
p
?p
YÉn
Ør
dÉn
c o
Ön
Ñ°s
ùdn
G
sırrınca, bütün o ümmetinin işledi-
ği hasenatın bir misli sahife-i hasenatına ilâve edilen ve
şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mev-
cudatın kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zat-ı Ahme-
diye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada
“ümmeti, ümmeti” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla
dediği gibi, mahşerde herkes “nefsî, nefsî” dediği zaman,
yine “ümmeti, ümmeti” diyerek en kudsî ve en yüksek
bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle ümmetinin imdadına ko-
şan bir zatın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etra-
fında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir
âleme gidiyoruz.
İşte o zatın şefaati altına girip ve nurundan istifade et-
menin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi, sün-
net-i seniyesine ittibadır.
DÖRDÜNCÜRİCA
Bir zaman, ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame
ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla has-
talık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uy-
kumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile
bağlayacak alâkalar da yoktu. gençlik sersemliğiyle zayi
ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar,
hatiatlar gördüm. niyazi-i Mısrî gibi feryat eyleyerek de-
dim:
Lem’aLar | 505 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
yüce maksatlar.
medar:
sebep, dayanak, vesile.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
misli:
benzer, kat.
muallim:
öğretmen.
mürebbî:
terbiye eden, yetiştiren.
müttefikan:
ittifak ederek, birle-
şerek.
nefsî:
nefsim!
nur:
aydınlık, ışık.
rica:
istek, arzu, ümit.
rivayet-i sahiha:
sahih olan riva-
yet, doğru haberler, hadisler.
sahife-i hasenat:
iyiliklerin me-
lekler tarafından yazıldığı sayfa.
sermaye-i ömür:
ömür serma-
yesi.
sersem:
düşünmeden hareket
eden.
sıhhat-i beden:
vücut sağlığı.
sır:
bir şeyin dikkat, yetenek, tec-
rübe ve sevgi yardımıyla kavranı-
labilen en zor ve en ince yanı.
sultan:
padişah, hükümdar.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüksek hâl, söz, tavır
ve tasvipleri.
şefaat:
Hz. Peygamberin ve diğer
salih kulların, bazı günahkâr
mü’minleri bağışlamasını Allah’tan
dilemeleri.
teâlî:
yükselme, yücelme.
ümmet:
bütün Müslümanlar.
ümmetî:
ümmetim!
zat:
kişi, şahıs, Hz. Muhammed.
zat-ı ahmediye:
Hz. Peygamberin
zatı, kişiliği.
zayi:
elden çıkan, zarar.
zulümat-ı berzahiye:
kabir karan-
lığı.
alâka:
ilgi, bağ.
âlem:
cihan.
aleyhissalâtü vesselâm:
“sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun,” anlamında Peygamberi-
miz Hz. Muhammed.
asfiya:
Hz. Peygamberin (asm)
meslek ve gayelerini hayata
geçirmeye ve tatbike çalışan
âlim zatlar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fedakâr:
özverili.
feryat:
yüksek sesle bağırma.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak.
günah:
dinî suç.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hasenat:
iyi ameller, hayırlar.
hatiat:
hatalar, yanlışlar.
hücum:
saldırma.
idame:
devam ettirme.
imdat:
yardım.
istifade:
faydalanma.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
keşf-i sadık:
olacak veya gizli
bir şeyi önceden doğruca bil-
mek.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahbup:
sevgili.
mahşer:
kıyamette ölülerin di-
rilip toplanacakları yer.
makasıd-ı âliye-i İlâhîye:
Al-
lah’ın kâinatı yaratmasındaki
1.
Bir şeye sebep olan, onu yapan gibidir.