sizler, ey yarı vücudunun sıhhatini kaybeden kardeş!
sen ihtiyârsız, kısa ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas
sana verilmiş ki, daima senin vücudunun vaziyeti, dün-
yanın zevalini ve insanın fânî olduğunu ihtar ediyor. daha
dünya seni boğamıyor, gaflet senin gözünü kapayamıyor.
Ve yarım insan vaziyetinde bir zata, nefs-i emmare, el-
bette hevesat-ı rezile ile ve nefsanî müştehiyatla onu al-
datamaz; çabuk o nefsin belâsından kurtulur.
İşte, mü’min sırr-ı imanla ve teslimiyet ve tevekkülle, o
ağır nüzul gibi hastalıktan, az bir zamanda, ehl-i velâyetin
çileleri gibi istifade edebilir. o vakit o ağır hastalık çok
ucuz düşer.
YİRMİÜÇÜNCÜDEVA
ey kimsesiz, garip, bîçare hasta! Hastalığınla beraber
kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate
getirirse ve nazar-ı şefkati celp ederse, acaba kur’ân’ın
bütün surelerinin başlarında kendini “rahmanirrahîm”
sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem’a-i şefkatiyle umum
yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle ter-
biye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin
yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki cennet,
bütün mehasiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı
rahîm’ine imanla intisabın ve onu tanıyıp hastalığın
lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kim-
sesizlik hastalığın, her şeye bedel onun nazar-ı rah-
metini sana celp eder.
bedel:
karşılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celp etmek:
kendi tarafına çek-
mek.
cilve-i rahmet:
Cenab-ı Hakkın
merhamet, şefkat ve lütfunun gö-
rüntüsü, rahmetin yansıması.
çile:
nefsi ıslah için bir yere çeki-
lerek kırk gün ibadet etmek.
daima:
sürekli, her zaman.
deva:
ilâç, çare.
ebedî:
sonsuz, sürekli.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
esas:
asıl, temel.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaflet:
gafillik, sorumsuzluk, Al-
lah’tan uzaklaşıp nefsinin arzula-
rına dalmak.
garip:
kimsesiz, zavallı.
gurbet:
gariplik, yabancılık, yalnız-
lık.
Hâlık-ı rahîm:
her bir varlıkta
merhamet ve şefkati yansıyan,
sonsuz merhamet ve şefkat sahibi
yaratıcı, Allah.
harika:
mükemmel, çok güzel.
hevesat-ı nefsanî:
nefisle ilgili he-
vesler, nefsin arzularına ait istek-
ler.
hevesat-ı rezile:
rezilce hevesler,
günah ve çirkin olan arzular.
ihtar etme:
hatırlatma, uyarı.
ihtiyârsız:
elinde olmadan, iste-
meden.
iman:
inanç, itikat.
intisap:
bağlanma, mensup olma.
istifade etme:
faydalanma.
lem’a-i şefkat:
şefkat parıltısı,
merhamet parıltısı.
lisan-ı acz:
zayıflık ve güçsüzlüğün
dili.
mehasin:
güzellikler, hüsünler.
mü’min:
iman eden, inanan.
müştehiyat:
nefsin hoşuna giden
şeyler.
nazar-ı rahmet:
şefkat ve rahmet-
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
| 496 | Lem’aLar
lice bakmak.
nazar-ı şefkat:
sevgi ve mer-
hametle bakmak.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah olan işlerin yapılma-
sını emreden nefis.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
niyaz:
yalvarma, yakarma,
dua.
nüzul:
felç hastalığı.
rahmanirrahîm:
dünya ve
ahirette yarattıklarına çok şef-
katli, çok merhametli olan Al-
lah.
rikkat:
başkalarının düştüğü
durumdan dolayı acıma etki-
lenme, yufka yüreklilik.
sebep-i saadet:
mutluluk ne-
deni, mutluluk vesilesi.
sıfat:
vasıf, özellik.
sıhhat:
hasta olmama, sağlık,
esenlik.
sırr-ı iman:
iman sırrı, imanın,
inanmanın hakikati, aslı.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, sevgi.
takdim etmek:
sunmak.
terbiye:
besleme, eğitme, bü-
yütme; yetiştirme.
teslimiyet:
teslim olma, bo-
yun eğiş.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve
güvenme, gücünün yetmediği
yerde Allah’tan bekleme.
umum:
bütün, genel.
vakit:
zaman.
valide:
ana, anne.
vaziyet:
durum.
vücut:
varlık, beden.
zat:
kişi, şahıs.
zemin:
yeryüzü.
zeval:
sona erme, yok olma.