Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar ha-
yatı safîleştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vü-
cudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun et-
rafına muavenettarâne müteveccih etmek ve sâni-i Ha-
kîm’in ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok
vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak
gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve
afiyete der ki: “sen gel, benim yerimde daimî kal, vazife-
ni gör. Bu hane senindir, afiyetle kal.”
YİRMİNCİDEVA
ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır:
bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmîdir. Hakikî kısmı ise, Şâ-
fi-i Hakîm-i zülcelâl, küre-i arz olan eczahane-i kübrasın-
da, her derde bir deva istif etmiş. o devalar ise dertleri
isterler. Her derde bir derman halk etmiştir. tedavi için
ilâçları almak, istimal etmek meşrudur; fakat tesiri ve şi-
fayı Cenab-ı Hak’tan bilmek gerektir. dermanı o verdiği
gibi, şifayı da o veriyor.
Hazık, mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak,
ehemmiyetli bir ilâçtır. Çünkü ekser hastalıklar suisti-
malâttan, perhizsizlikten ve israftan ve hatiattan ve sefa-
hatten ve dikkatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, el-
bette meşru bir dairede nasihat eder ve vesâyâda bulu-
nur. suistimalâttan, israfattan men eder, teselli verir. Has-
ta o vesâyâ ve o teselliye itimat edip hastalığı hafifleşir;
sıkıntı yerinde bir ferahlık verir.
Lem’aLar | 493 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
perhiz:
sağlığı korumak, düzelt-
mek için uyulan beslenme düzeni,
rejim.
safîleştirmek:
temizlemek, duru-
lamak.
sair:
diğer, başka.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla ve
hikmetle, faydalı bir şekilde yara-
tan Allah.
sefahat:
yasak olan zevk ve eğ-
lencelere düşkünlük, sefihlik.
suistimalât:
kötüye kullanmalar.
Şâfi-i Hakîm-i Zülcelâl:
hastalık-
lara şifa veren, her şeyi hikmetle
ve belli bir gaye ile yaratan sonsuz
haşmet sahibi olan Allah.
şifa:
hastalıktan kurtulma, iyi-
leşme, sağlığına kavuşma.
tavsiye:
öğütleme.
terakki ettirmek:
geliştirmek, iler-
letmek.
teselli vermek:
avutmak, acısını
dindirmek.
tesir:
etki.
uzuv:
organ.
vazife:
görev.
vehmî:
gerçekte olmayıp fakat var
sanılan kuruntu, hayal ürünü.
vesâyâ:
öğütler, nasihatler.
vücut:
varlık.
afiyet:
sağlık, esenlik.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan şeref ve büyüklük sa-
hibi yüce Allah.
cihazat-ı insaniye:
insandaki
maddî ve manevî cihazlar, or-
ganlar.
daimî:
sürekli, devamlı.
derman:
ilâç, çare.
dert:
tasa, keder, gam.
deva:
ilâç, çare.
eczahane-i kübra:
en büyük
eczahane.
ehemmiyet:
önem.
ekser:
pek çok.
hakikat:
asıl, gerçek.
hakikî:
asıl, gerçek.
halk etme:
yaratma.
hane:
ev, mesken.
hatiat:
hatalar.
hazık:
işinin ehli, mesleğinde
uzmanlık sahibi.
hekim:
doktor.
İnşaallah:
Allah izin verirse an-
lamında kullanılan bir dua.
israf:
ihtiyaçtan fazlasını har-
cama, savurganlık.
israfat:
israflar, lüzumsuz yere
harcamalar.
istif:
düzgün şekilde sıralama
ve yığma.
itimat:
güvenme.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
küre-i arz:
dünya, yer küre,
yeryüzü.
men etme:
mâni olma, engel-
leme.
meşru:
dine uygun.
muavenettarâne:
yardımlaşa-
rak.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
tam yerine getiren, dindar.
müteveccih etmek:
teveccüh
ettirmek, yöneltmek.
nakış:
süs.