Lem'alar - page 483

şekva değil, Allah’a şükretmek ve hastalığın açtığı dua
musluğunu, afiyeti kesb etmekle kapamamak gerektir.
ONÜÇÜNCÜDEVA
ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazı-
lara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hedi-
ye-i İlâhiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden ta-
savvur edebilir.
Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı
ye’s-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf
ve reca ortasında ve hem dünya ve hem ahireti muhafa-
za etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizle-
miş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet
içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Has-
talık, gafleti dağıtır, ahireti düşündürür, ölümü tahattur
ettirir; öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki, yir-
mi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde ka-
zanıyor.
ezcümle, arkadaşlarımızdan –Allah rahmet etsin– iki
genç vardı: biri İlâmalı sabri, diğeri İslâmköylü Vezirzade
Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları
hâlde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta
olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim.
Vefatlarından sonra anladım ki, her ikisinde de ehem-
miyetli bir hastalık vardı. o hastalık irşadıyla, sair gafil ve
feraizi terk eden gençlere bedel, en mühim bir takva ve
en kıymettar bir hizmette ve ahirete nafi bir vaziyette
bulundular. İnşaallah, iki senelik hastalık zahmeti,
Lem’aLar | 483 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
a
muayyen:
belirli, belirlenmiş.
muhafaza etmek:
korumak.
mühim:
önemli.
nafi:
faydalı.
nevi:
çeşit, tür.
nokta:
yön, cihet.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
koruma, şefkat gösterme.
sair:
diğer, başka.
samimiyet:
içtenlik, kalbden olan
sevgi ve bağlılık.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tahattur etme:
hatırlama, dü-
şünme.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini titizlikle uyma.
tasavvur etme:
bir şeyi düşünme,
tasarlama, hayal etme.
terk etme:
bırakma.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölüm.
ye’s-i mutlak:
tam ümitsizlik.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zat:
kişi, şahıs.
afiyet:
sağlık, esenlik hâli.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
bedel:
karşılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
define:
gizli hazine.
deva:
ilâç, çare.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonsuz, sürekli, daimî.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm anı.
ehemmiyetli:
önemli.
ezcümle:
bu cümleden olarak,
özetle.
feraiz:
farzlar, iman İslâm’ın
şartları.
gafil:
gaflette bulunan, ahirete
ve Allah’ın emirlerine karşı
dikkatsiz, sorumsuz davranan.
gaflet-i mutlak:
kesin umur-
samazlık, tam anlamıyla gaf-
let, Allah’a kul olduğunu
unutma, olup biteni sezmeme,
başına gelecekleri önceden hiç
düşünmeme, iman ve İslâm
gerçeklerinden uzaklaşma.
gayet:
son derece, çok.
havf ve reca:
korku ve ümit
hâli.
hediye-i İlâhiye:
Allah’ın he-
diyesi, İlâhî armağan.
hikmet:
yaratılıştaki İlâhî gaye
ve faydalara yönelik, ilim ge-
reği olarak.
hikmetini bilmek:
gizli sebe-
bini bilmek.
iman:
inanmak, itikat.
İnşaallah:
Allah izin verirse an-
lamında bir dua.
irşat:
doğru yolu gösterme,
uyarma.
kesb etmek:
kazanmak, elde
etmek.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
1...,473,474,475,476,477,478,479,480,481,482 484,485,486,487,488,489,490,491,492,493,...1406
Powered by FlippingBook