müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok
yoğa vücut rengi vermek, divanelik değil de nedir?
Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur
veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman ma-
dum, hastalık madum, elem madumdur. sen, Cenab-ı
Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa so-
la dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşit et, “Yâ sabûr!”
de, dayan.
ONİKİNCİDEVA
ey hastalık sebebiyle ibadet ve evradından mahrum ka-
lan ve o mahrumiyetten teessüf eden hasta! Bil ki, hadis-
çe sabittir ki, “
Müttakî bir mü’min, hastalık sebebiyle ya-
pamadığı daimî virdinin sevabını, hastalık zamanında yi-
ne kazanır
.”
(1)
Farzı mümkün olduğu kadar yerine geti-
ren bir hasta, sabır ve tevekkül ile ve farzlarını yerine ge-
tirmekle, o ağır hastalık zamanında sair sünnetlerin yeri-
ni, hem halis bir surette, hastalık tutar.
Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. o
aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kàlen bir dua et-
tirir. Cenab-ı Hak insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir
zaaf vermiş; tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye ilti-
ca edip niyaz etsin, dua etsin.
(2)
r
º o
coD
hBÉ n
Yo
O n
’r
ƒn
d »
u
Hn
Q r
º o
µp
HGo
D
ƒn
Ñr
©n
j Én
e r
? o
b
Yani,
“Eğer duanız ol-
masa ne ehemmiyetiniz var?”
Ayetin sırrıyla, insanın hik-
met-i hilkati ve sebeb-i kıymeti olan samimî dua ve niya-
zın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ kendisi
olan şeref ve büyüklük sahibi
yüce Allah.
daimî:
sürekli, devamlı.
dergâh-ı İlâhiye:
Allah’ın yüce
katı, dergâhı, huzuru.
deva:
ilâç, çare.
divane:
deli.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem.
elem:
dert, üzüntü.
evrat:
virtler, devamlı okunan
dualar, zikirler.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir ve fiiller.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlen:
hareket ve davranış olarak.
halis:
samimî, saf.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hikmeti,
ve gayesi.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk vazi-
fesini yapma.
ihsas etmek:
hissettirmek.
iltica etme:
sığınma.
kàlen:
sözle, söyleyerek.
lisan:
dil.
madum:
yok olan, mevcut olma-
yan.
mahrum:
yoksun.
mahrumiyet:
yoksunluk, istedi-
ğini elde edememe.
mü’min:
iman eden, inanan.
mümkün:
olabilir.
müteellim olmak:
üzülmek, hü-
zünlenmek.
müttakî:
Allah’tan korkan ve
emirlerine titizlikle uyan takva sa-
hibi.
nihayetsiz:
sonsuz.
niyaz:
yalvarma, yakarma, dua.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
katlanma, Allah’a tevekkül edip
sıkıntılara göğüs germe.
sabırsızlık:
dayanmaz, katlanmaz,
hâle gelmek.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
sair:
diğer, öteki.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, riyasız.
sebep-i kıymet:
kıymetli, de-
ğerli oluş sebebi.
sevap:
hayırlı iyi davranışlara
Allah tarafından verilen mü-
kâfat.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat yetenek, tecrübe ve sezgi
yardımıyla anlaşılabilen en zor
ve en ince yanı.
suret:
biçim, tarz.
sünnet:
farz ibadetler dışında,
Hz. Muhammed’in (asm) yap-
mayı âdet edindiği ibadetler.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tahşit etmek:
yığmak, birik-
tirmek.
teessüf eden:
üzülen, acı du-
yan.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve
güvenme, gücünün yetmediği
yerde Allah’tan bekleme.
virt:
her gün düzenli şekilde
okunan zikir.
vücut:
varlık.
yâ Sabûr:
ey sabır ve taham-
mülün kaynağı olan Allah!
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
1.
Buharî, 6:95; EbuDavud, hadis no: 3091; Müsned, 4:410, 418; Ramuzü’l-Ehadis, hadis no: 5.
2.
Furkan Suresi: 77.
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
| 482 | Lem’aLar