müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. gururu bı-
rak, aczini anla. Malikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin
geldiğini öğren.” kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.
Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor,
hususan meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem
günahlı oluyor; o zevki kaybettiğinden hastalık bahane-
siyle ağlama, bilâkis hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî
sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.
YEDİNCİDEVA
ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta! senin hastalı-
ğın sıhhatteki nimet-i İlâhiyenin lezzetini kaçırmıyor, bi-
lâkis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünkü bir şey devam et-
se tesirini kaybeder. Hatta ehl-i hakikat müttefikan diyor-
lar ki:
Én
g p
OG n
ór
°V n
Ép
H o
±n
ôr
©o
J o
AÉn
«r
°Tn
’r
G n
És
‰p
G
Yani,
“Her şey zıddıyla
bilinir.”
Meselâ, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz
kalır. soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Aç-
lık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa,
su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa afiyet zevksizdir. Ma-
raz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.
Madem Fâtır-ı Hakîm insana her çeşit ihsanını ihsas et-
mek ve her bir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima
şükre sevk etmek istediğini, şu kâinatta çeşit çeşit, hadsiz
enva-ı nimeti tadacak, tanıyacak derecede, gayet çok ci-
hazatla insanı teçhiz etmesi gösteriyor ki, elbette sıhhat
ve afiyeti verdiği gibi, hastalıkları, illetleri, dertleri de ve-
recektir. senden soruyorum: “Bu hastalık senin başında
Lem’aLar | 477 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
hep beraber.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış, ikram.
nimet-i İlâhiye:
Allah’ın nimeti,
Allah’ın bahşettiği her türlü rızık.
sevap:
hayırlı davranışların karşı-
lığı olarak, Allah tarafından verilen
mükâfat.
sevk etmek:
göndermek, yönlen-
dirmek.
sıhhat:
hasta olmama, sağlık,
esenlik.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi ola-
rak Allah’ı tanıma ve ona karşı
minnet duyma.
teçhiz etme:
donatma.
terkip edilmek:
oluşturulmak,
meydana getirilmeler.
tesir:
etki.
uhrevî:
ahiretle ilgili.
vazife:
görev.
zevk:
lezzet, haz.
ziyade:
artma, çoğalma.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
afiyet:
sağlık, hasta olmama
hâli.
bahane:
vesile, sebep.
bilâkis:
aksine, tersine.
cihazat:
cihazlar, donanımlar.
cihet:
yön.
daima:
sürekli, her zaman.
deva:
ilâç, care.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler.
elem:
dert, üzüntü, acı.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah (c.c.).
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hararet:
sıcaklık.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihsas etmek:
hissettirmek,
sezdirmek.
ihtar etme:
hatırlatma,
uyarma.
illet:
hastalık.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
malikini tanımak:
gerçek mal
ve mülkün sahibi olan Allah’ı
tanımak.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan, ruhî.
maraz:
hastalık, dert, belâ, da-
yanılması güç durum.
meşru:
şeriata uygun, helâl.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
müsait:
uygun.
müttefikan:
müttefik olarak,