W
(1)
@ n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬r
« n
dp
G B É`s
fp
Gn
h ! És
fp
G BGƒ o
dÉn
b l
án
Ñ«° /
ü o
e r
º o
¡ r
àn
HÉn
°Un
G B Gn
Pp
G n
øj/
ò s
dn
G
(2)
p
Ú/
Ør
°ûn
j n
ƒ o
¡ n
a o
âr
°V p
ô n
e Gn
Pp
Gn
h @ p
Ú/
?°r
ùn
jn
h »/
æo
ªp
©r
£o
j n
ƒ o
g …/
òs
dGn
h
Ş
U LEM’ADA
,
nev-i beşerin on kısmından bir kısmı-
nı teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli
ve nafi bir merhem olabilecek Yirmi Beş devayı icmalen
beyan ediyoruz.
BİRİNCİDEVA
ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. senin hastalığın
sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir
sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem
rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin
o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem, öm-
rün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun
ediyor; tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte,
ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel
dillerde destandır ki,
“Musibet zamanı çok uzundur; safa
zamanı pek kısa oluyor.”
İKİNCİDEVA
ey sabırsız hasta! sabret, belki şükret. senin bu hasta-
lığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne geti-
rebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müspet ibadettir ki,
namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. diğeri menfi
Lem’aLar | 471 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
şey.
meyvedar:
meyveli, meyve ve-
ren.
musibet:
felâket, belâ, dert, sıkıntı.
musibetzede:
musibet görmüş,
belâya, kazaya uğrayan.
müspet:
belâ, büyük sıkıntı.
nafi:
faydalı.
nev-i beşer:
insan nev’i, insanlık.
nevi:
çeşit, tür.
niyaz:
yalvarma, yakarma, dua.
ömür:
yaşayış, hayat.
rahîm:
merhamet eden çok mer-
hamet eden, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahman:
rahmeti bütün herkese
yayılan ve bütün yaratılmışların
rızıklarını ve geçim şekillerini içine
alan rahmetin sahibi Allah.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
katlanma, dayanma, Allah’a güve-
nip sıkıntılara göğüs germe.
safa:
sağlıklı, rahat ve huzurlu
olma.
sermaye:
servet, varlık.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
teşkil eden:
oluşturan.
zayi:
elden çıkan, ziyan.
beyan etmek:
açıklamak, izah
etmek.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
darbımesel:
atasözü.
derman:
ilâç, çare.
dert:
tasa, kaygı.
deva:
ilâç, çare.
dillere destan:
çok bilinen,
yaygın olan.
gaflet:
gafillik, dikkatsizlik, Al-
lah’tan uzaklaşıp nefsinin ar-
zularına dalmak.
hakikî:
gerçek.
hükmüne getirmek:
yerine
getirmek, değerinde olmak.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapma.
icmalen:
kısaca, özetle.
işareten:
işaret ederek, belir-
terek.
kâr:
kazanç.
kısım:
çeşit, tür parça.
lem’a:
parıltı, güneş gibi parıl-
dayan.
malûm:
bilinen.
menfi:
olumsuz, negatif.
merhem:
ilâç, acıyı gideren
1.
O sabredenler ki, başlarına bir musibet geldiğinde, “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona
döneceğiz” derler. (Bakara Suresi: 156.)
2.
Beni yediren ve içiren Odur. • Hastalandığımda bana şifa veren de Odur. (Şuara Suresi: 79-
80.)