kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i
diniyeden başka yoktur.
rusya’da o bîçare taifenin ne ha-
le girdiğini işitiyorsunuz.
risale-i nur’un bir parçasında denilmiş ki:
Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve
sevgisini, beş on senelik fânî ve zahirî hüsn-i cemaline bi-
na etmez. Belki, kadınların hüsn-i cemalinin en güzeli ve
daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-i sîre-
tine sevgisini bina etmeli; tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça,
kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refi-
kası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı re-
fika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir
refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade
hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım
geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hay-
vancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir müfa-
rakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem risale-i nur’un bir cüz’ünde denilmiş ki:
Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetme-
mek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur.
Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin gö-
rür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da
tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i
uhreviyesini kazanır.
Bedbahttır o adam ki, sefahate girmiş zevcesine ittiba
eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder.
Lem’aLar | 465 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
salih:
dindar, dinin emirlerine
uyan.
saliha:
iyi amel işleyen, dinin emir
ve yasaklarına uyan hanım.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
şefkat:
içten ve karşılıksız merha-
met.
taife:
topluluk, takım.
terbiye-i diniye:
dinî ve ahlâk eği-
timi.
terbiye-i medeniye:
medenî ter-
biye, eğitim.
zahirî:
dış görünüşteki.
zevce:
hanım, eş.
ziyade:
çok, fazla.
bahtiyar:
mutlu, mes’ut.
bedbaht:
bahtı kara, zavallı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cüz:
kısım.
çare-i yegâne:
tek çare.
daimî:
sürekli, devamlı.
daire-i İslâmiye:
İslâm dairesi,
alanı.
ebedî:
sonsuz, sürekli, daimî.
esas:
asıl, temel.
fânî:
ölümlü, geçici.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat.
hürmet:
saygı, ihtiram.
hüsn-i cemal:
yüz güzelliği,
güzellik.
hüsn-i sîret:
hâl, gidiş, hareket
ve ahlâk güzelliği, iç güzellik.
iştirak:
ortak olma.
ittiba:
tâbi olma, uyma.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan.
maruz kalma:
bir olay ve du-
rumla karşı karşıya kalmak,
uğramak.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak.
muvakkat:
geçici.
müfarakat:
uzaklaşma, ay-
rılma.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, dindar.
perde:
örtü, engel.
refakat:
arkadaşlık, yoldaşlık.
refika:
eş, hanım.
refika-i ebediye:
sonsuza ka-
dar arkadaş olarak kalacak eş,
hanım.
refika-i hayat:
hayat arkadaşı,
eşi.
saadet-i dünyeviye:
dünya
hayatındaki mutluluk.
saadet-i uhreviye:
ahiretteki
mutluluk.