nazarlardan elbette sıkılır. Hatta işitiyoruz, açık saçıklık
yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan
sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” di-
ye polislere şekva ediyorlar. demek, medeniyetin ref-i
tesettürü hilâf-ı fıtrattır. kur’ân’ın tesettür emri fıtrî ol-
makla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refi-
ka-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zil-
letten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebi erkeklere karşı, fıtraten kor-
kaklık, tahavvüf var. tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü ik-
tiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden
acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir velet yükünü zah-
metle çekmekle beraber, hamîsiz bir veledin terbiyesiyle,
sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayrimeşru zev-
kin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vaki oldu-
ğundan, cidden şiddetle namahremlerden fıtratı korkar
ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettür ile, namahremin
iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek,
zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi
ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor.
Mesmuatıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette,
çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet
adî bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir
adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, te-
settür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vu-
ruyor!
Lem’aLar | 455 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
ref-i tesettür:
örtünmeyi ortadan
kaldırma, hanımların örtüsünü yok
etme.
refika-i ebediye:
sonsuz hayatta
da eş, hayat arkadaşı olan kadın.
rütbeten:
rütbece, makam mevki
bakımından.
sefalet:
sefillik, hakirlik, aşağılık,
düşkünlük.
siper:
arkasına saklanılacak sığı-
nak, koruyucu. mesmuat: işitilen,
duyulan, haber alınan şeyler.
sukut:
değerden düşme, değerini
yitirme.
şamar:
tokat.
şekva:
şikâyet, yakınma.
tahavvüf:
korkuya düşme,
korkma, çekinme.
tecavüz:
saldırı, sataşma.
terbiye:
besleme, yetiştirme, iyi
ahlâklı eğitme.
tesettür:
örtünme.
vaki:
vuku bulma, olma, meydana
gelme.
velet:
çocuk, evlât.
zahmet:
sıkıntı, eziyet.
zillet:
hor ve küçük görülme, aşa-
ğılanma.
âdi:
sıradan.
ahali:
halk.
aleyhinde:
karşısında.
belâ:
sıkıntı, zorluk.
bilfiil:
fiilen çalışarak, uygula-
yarak.
cibilliyet:
yaratılıştan olan,
huy, tabiat, karakter.
dikkat-i nazar:
dikkatli bak-
mak, bakış.
ecnebi:
yabancı.
fıtrat:
yaratılış, mizaç, huy.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış
açısından.
fıtrî:
doğal, yaratılıştan gelen,
mizaca uygun.
gayet:
son derece, çok.
gayrimeşru:
helâl olmayan,
dine aykırı.
hamîsiz:
koruyucusuz, himaye
edeni olmayan.
hayâsız:
utanmaz, sıkılmaz.
hilâf-ı fıtrat:
yaratılış maksa-
dına zıt.
hilkat:
yaratılış.
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
ihtimal:
mümkün, olabilirlik.
iktiza etme:
gerektirme.
iştiha:
istek, iştah, ilgi, meyil.
kesret:
çokluk.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kundura:
ayakkabı.
maden-i şefkat:
şefkat kay-
nağı.
manevî esaret:
manevî esirlik,
psikolojik baskı ve tutsaklık.
medeniyet:
Avrupa medeni-
yeti, kültürü.
mesmuat:
işitilenler.
namahrem:
evlenmeleri ha-
ram olmayan, nikâh düşen
kişi, yabancı.
nazar:
bakış.
payitaht-ı hükûmet:
hükû-
metin merkezi, başkent.