kumandanlara havalesi de, âdeta bir ordunun teçhizatı
kadar kemiyeten müşkülâtlı oluyor. Çünkü bir tek nefe-
rin teçhizatı için, bütün orduya lâzım olan fabrikaların
bulunması gerektir.
Hem bir ağacın, sırr-ı vahdet cihetiyle, bir kökte, bir
merkezde, bir kanunla mevadd-ı hayatiyesi verildiğin-
den, binler meyve veren o ağaç, bir meyve kadar sühu-
letli olduğu bilmüşahede görünür. eğer vahdetten kesre-
te gidilse, her bir meyveye lâzım mevadd-ı hayatiye baş-
ka yerden verilse, her bir meyve bir ağaç kadar müşkü-
lât peyda eder. Belki ağacın bir enmuzeci ve fihristesi
olan bir tek çekirdek dahi, o ağaç kadar suubetli olur.
Çünkü bir ağacın hayatına lâzım olan bütün mevadd-ı
hayatiye bir tek çekirdek için de lâzım oluyor.
İşte bu misaller gibi yüzler misaller var, gösteriyorlar
ki, vahdette nihayet derecede sühuletle vücuda gelen
binler mevcut, şirkte ve kesrette bir tek mevcuttan daha
ziyade kolay olur. sair risalelerde bu hakikat iki kere iki
dört eder derecede ispat edildiğinden, onlara havale
edip, burada yalnız bu sühulet ve kolaylığın ilim ve ka-
der-i İlâhî ve kudret-i rabbaniye nokta-i nazarında gayet
mühim bir sırrını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
sen bir mevcutsun. eğer kadîr-i ezelî’ye kendini ver-
sen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, had-
siz kudretiyle, seni bir anda halk eder. eğer sen kendini
ona vermezsen, belki esbab-ı maddiyeye ve tabiata isnat
etsen, o vakit sen, kâinatın muntazam bir hulâsası,
beyan etme:
açıklama, izah etme.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şa-
hit olarak.
cihet:
yön, taraf.
emir:
emirle; komutla, “ol” em-
riyle.
enmuzeç:
numune, misal, model.
esbab-ı maddiye:
maddî sebep-
ler.
fihriste:
özet, içindekiler.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
halk etmek:
yaratmak.
havale:
yollama, gönderme, üs-
tüne bırakma.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası, özet.
ilim:
bilgi.
isnat etme:
dayandırma.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
Kadîr-i ezelî:
her şeye gücü yeten,
varlığının evveli olmayan, Allah.
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 448 | Lem’aLar
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kanun:
yasa, kural.
kemiyeten:
sayıca, çoğunluk
olarak.
kesret:
çokluk.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye eden Allah’ın sonsuz
kudret ve kuvveti.
kumandan:
komutan.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mevadd-ı hayatiye:
hayat için
gerekli ve zorunlu olan mad-
deler.
mevcut:
var olan.
misal:
örnek, temsil.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzgün.
mühim:
önemli.
müşkülât:
zorluklar, güçlük-
ler.
nefer:
er, rütbesiz asker.
nihayet:
son derece, çok.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
peyda etme:
çıkarma,
edinme, ortaya çıkarma.
sair:
diğer, başka.
sır:
gizli hakikat, gizli hakikat,
bir şeyin dikkat, tecrübe, ye-
tenek ve sezgi yardımıyla kav-
ranıp anlaşılmasında en ince
ve en zor yanı.
sırr-ı vahdet:
birlik sırrı.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
şirk:
Allah’a ortak koşma,
müşriklik.
teçhizat:
teçhizler, donatım-
lar.
vahdet:
birlik.
vakit:
zaman.
vücut:
var olma, varlık.
ziyade:
çok, fazla.