ÜÇÜNCÜ SUAL
: eskiden düşman, şimdi dost olan
mühtedi diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesof-
lar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icat edilmiyor ve hiçbir
şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâ-
inat fabrikasını işlettiriyor.’”
El cevap
: nur-i kur’ân ile mevcudata bakmayan fey-
lesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbap
vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını –sabı-
kan ispat ettiğimiz tarzda– imtina derecesinde müşkülât-
lı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı sofestaî olup, insanın hassası olan akıldan
istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek,
kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hatta kendilerinin vü-
cutlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbap
ve tabiatın icat sahibi olmalarından daha ziyade kolay
gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edip
cehl-i mutlaka düşmüşler.
İkinci güruh bakmışlar ki, dalâlette, esbap ve tabiat
mucit olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin ica-
dı, hadsiz müşkülâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir ik-
tidar iktiza ediyor. onun için, bilmecburiye, icadı inkâr
ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da mu-
hal görüyorlar, “Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız,
harekât-ı zerrat ile, tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip ve tah-
lil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i itiba-
riye tahayyül ediyorlar.
İşte, sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derece-
sinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör!
ahmak:
pek akılsız, sersem, bu-
dala.
bilmecburiye:
mecburiyetle, zo-
runlu olarak.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
cehl-i mutlak:
kara cahillik, aşırı
derecede bilgisizlik, cehalet.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
esbap:
nedenler, sebepler.
feylesof:
filozof, felsefe ile uğra-
şan.
güruh:
cemaat, topluluk, kısım.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
harekât-ı zerrat:
zerrelerin, atom-
ların hareketleri.
haricinde:
dış, dışında.
hassa:
özellik, nitelik.
hükmetme:
karar verme, düşü-
nüp değerlendirerek bir kanıya
varma.
icat:
yoktan var etme, yaratma.
idam:
yok olma.
iktidar:
güç yetme, yapabilme
kuvveti.
iktiza etme:
lâzım gelme, ge-
rekme.
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 450 | Lem’aLar
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
inkâr:
kabul ve tasdik et-
meme, inanmama.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan, yaratılan her şey.
mucit:
yaratan, yoktan var
eden.
muhal:
imkânsız, olabilmesi,
düşünülemeyen, mümteni.
mühtedi:
ihtida eden, hida-
yete eren.
müşkülât:
zorluklar.
nur-i Kur’ân:
Kur’ân nuru, ay-
dınlatıcı ışığı.
sabıkan:
az önce geçtiği gibi.
Sofestaî:
Allah’ı kabul etme-
mek için kâinatı ve kendi var-
lığını da inkâr eden.
sual:
soru.
suret:
biçim, tarz.
tahayyül etme:
hayal etme,
zihinde canlandırma.
tahlil:
unsurlarına ayırma, çö-
zümleme, analiz.
tarz:
biçim, suret.
tavr-ı akıl:
aklî metotlar, aklın
alabileceği kapasite.
terkip:
düzenleme, bir araya
getirme.
teşekkülât:
teşekküller, olu-
şumlar, meydana gelişler.
vasıta:
aracılık.
vaziyet-i itibariye:
kabul edi-
len, var sayılan durum, var ol-
ması bir başkasına bağlı olan
iş, hâl.
vücut:
var olma, varlık.
zan:
sanma.
ziyade:
çok, fazla.