sarahaten gösterdikleri nihayet derecede kolaylık, o ha-
kikat-i azîmeyi, en makbul ve en makul bir mesele oldu-
ğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?”
El cevap
: Yirminci Mektubun onuncu kelimesi olan
(1)
l
ôj/
ón
b m
Ar
?n
T pq
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h
beyanında, o sır gayet vazıh ve
kat’î ve mukni bir tarzda beyan edilmiş. Hususan o mek-
tubun zeylinde daha ziyade vuzuhla ispat edilmiş ki, bü-
tün mevcudat, sâni-i Vahid’e isnat edildiği vakit, bir tek
mevcut hükmünde kolaylaşır. eğer Vahid-i ehad’e veril-
mezse, bir tek mahlûkun icadı bütün mevcudat kadar
müşkülleşir. Ve bir çekirdek, bir ağaç kadar suubetli olur.
eğer sâni-i Hakikî’sine verilse, kâinat bir ağaç gibi ve
ağaç bir çekirdek gibi ve cennet bir bahar gibi ve bahar
bir çiçek gibi kolaylaşır, sühulet peyda eder. Ve bilmüşa-
hede görünen hadsiz mebzuliyet ve ucuzluğun ve her
nev’in sühuletle kesret-i efradı bulunmasının ve kesret-i
sühulet ve sür’atle muntazam, sanatlı, kıymetli mevcuda-
tın kolayca vücuda gelmesinin sırlarına medar olan ve
hikmetlerini gösteren yüzer delillerinden ve başka risale-
lerde tafsilen beyan edilen bir ikisine muhtasar bir işaret
ederiz.
Meselâ, nasıl ki yüz nefer bir zabitin idaresine verilse,
bir neferin yüz zabitin idarelerine verilmesinden yüz de-
rece daha kolay olduğu gibi; bir ordunun teçhizat-ı aske-
riyesi bir merkez, bir kanun, bir fabrika ve bir padişahın
emrine verildiği vakit, âdeta kemiyeten bir neferin teçhi-
zatı kadar kolaylaştığı gibi, bir neferin teçhizat-ı askeriyesi
müteaddit merkezlere, müteaddit fabrikalara, müteaddit
Lem’aLar | 447 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
makul:
akla uygun.
mebzuliyet:
ucuzluk, bolluk.
medar olan:
dayanak noktası
olan, kaynak, vesile.
merkez:
emir veren yönetim yeri,
makamı.
merkez:
yönetim yeri, emir ko-
muta makamı.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
mevcudat:
mevcutlar, var olan,
yaratılan her şey.
mevcut:
var olan.
muhtasar:
ihtisar edilmiş, kısaltıl-
mış, özet.
mukni:
ikna eden, inandırıcı.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzgün.
müşkül:
zor, güç.
müteaddit:
bir çok, çeşitli.
nefer:
er, rütbesiz asker.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son derece, çok.
peyda etme:
ortaya çıkarma,
meydana getirme.
Sâni-i Hakikî:
sanatın gerçek ya-
ratıcısı olan Allah.
Sâni-i Vahid:
bir olan ve her şeyi
sanatla yaratan Allah.
sarahat:
sarihlik, açıklık.
sır:
gizli hakikat, gizli hakikat, bir
şeyin dikkat, tecrübe, yetenek ve
sezgi yardımıyla kavranıp anlaşıl-
masında en ince ve en zor yanı.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
sür’at:
çabukluk, hızlılık.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde, ayrıntılı
olarak.
tarz:
biçim, metot.
teçhizat:
teçhizler, donatımlar.
teçhizat-ı askeriye:
askerî dona-
tım.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah
(c.c.).
vakit:
zaman.
vazıh:
açık, net, aşikâr.
vuzuh:
vazıh olma hâli, açıklık.
vücut:
var olma, varlık.
zabit:
subay.
zeyil:
ek, ilâve.
ziyade:
çok, fazla.
âdeta:
sanki.
beyan:
açıklama, izah etme,
anlatma, .
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
emir:
emir, komut, buyurmak.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i azîme:
en büyük
hakikat, doğru.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye yüksek ilim.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme, yaratma.
idare:
yönetme, bir işi yü-
rütme, çekip çevirme.
isnat:
dayandırma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin ve doğru.
kemiyeten:
sayıca, çoğunluk
olarak.
kesret-i efrat:
fertlerin, çok-
luğu.
kesret-i sühulet:
oldukça ko-
lay, çok kolay bir şekilde.
kıymetli:
değerli.
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış, yaratık.
makbul:
geçerli.
1.
O her şeye kadirdir. (Mülk Suresinin 1. ayeti gibi pek çok ayette geçer.)