ibaret olan şeriat-ı fıtriye-i kübra-i İlâhiyenin bir cilvesini
ve eşyadaki o cilvesine yalnız bir âyine ve bir makes olan
tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tayin etmiştir. Ve o tabiatın vü-
cud-i haricîye mazhar olan vechini, kudretiyle icat etmiş
ve eşyayı o tabiat üzerinde halk etmiş, birbirine mezç et-
miş. Acaba gayet derecede makul ve hadsiz bürhanların
neticesi olan bu hakikatin kabulü mü daha kolaydır?
Acaba vücup derecesinde lâzım değil midir? Yoksa ca-
mit, şuursuz, mahlûk, masnu, basit olan o sebep ve tabi-
at dediğiniz maddelere, her bir şeyin vücuduna lâzım
hadsiz cihazat ve alâtı verip hakîmâne, basîrâne olan iş-
leri kendi kendilerine yaptırmak mı daha kolaydır? Aca-
ba imtina derecesinde imkân haricinde değil midir? se-
nin o insafsız aklının insafına havale ediyoruz.
Münkir ve tabiatperest diyor ki
: “Madem beni insafa
davet ediyorsun.”
Ben de diyorum ki
: Şimdiye kadar yanlış gittiğimiz yol
hem yüz derece muhal, hem gayet zararlı ve nihayet de-
recede çirkin bir meslek olduğunu itiraf ediyorum. sabık
tahkikatınızdan, zerre miktar şuuru bulunan anlayacak
ki, esbaba, tabiata icat vermek mümtenidir, muhaldir.
Ve her şeyi doğrudan doğruya Vacibü’l-Vücud’a vermek
vaciptir, zarurîdir.
(1)
p
¿Én
Á/
’r
G n
¤n
Y !o
ór
ªn
ër
dn
G
deyip iman edi-
yorum.
“Yalnız bir şüphem var: Cenab-ı Hakkın Hâlık olduğu-
nu kabul ediyorum. Fakat bazı cüz’î esbabın ehemmiyet-
siz şeylerde icada müdahaleleri ve bir parça methüsena
Lem’aLar | 441 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
imkân haricinde:
olması mümkün
olmayan.
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
insafsız:
haksız, adalete uygun
davranmayan.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu ka-
rarı yerine getirme gücü.
itiraf etmek:
gerçeği gizlemekten
vazgeçip söylemek, açıklamak, bil-
dirmek.
kudret:
kuvvet, iktidar.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış.
makes:
akseden yer, yansıma
yeri.
makul:
akla uygun.
masnu:
sanatla yapılmış olan.
mazhar:
sahip, bir şeyin görün-
düğü yer.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
methüsena:
methedip övmek,
yüceltme.
mezç etme:
katma, karıştırma.
muhal:
imkânsız, olabilmesi, dü-
şünülemeyen.
müdahale:
karışma.
mümteni:
olamaz, imkânsız.
münkir:
Allah’a inanmayan, inkâr
eden, kabul etmeyen.
nihayet:
son derece.
nimet:
ikram, lütuf, bağış.
sabık:
önceki, geçen, geçmiş.
şeriat-ı fıtriye-i kübra-i İlâhîy
e:
Cenab-ı Hakkın bütün kâinatı ku-
şatan büyük yaratılış kanunları.
şuur:
insanda bir şeyi anlama,
kavrama gücü idrak, bilinç.
tabiat-ı eşya:
eşyanın mahiyeti,
tabiatı, karakteri.
tabiatperest:
her şeyin, varlıkların
ve olayların faili olarak tabiatı ka-
bul eden, Allah’a inanmayan, ta-
biatçı.
tahkikat:
araştırmalar, soruştur-
malar.
tayin etmek:
belirlemek.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zorunlu ve
gerekli olan; varlığı başkasının var-
lığına bağlı olmayan Allah.
vacip:
şart, zorunluluk.
vechi:
yüzü.
vücud-i haricîye:
vücudu ve var-
lığı ortaya çıkan, bilinen.
vücup:
vacip ve gerekli olma.
vücut:
varlık.
zarurî:
mecburî, zorunlu.
zerre:
pek ufak parça.
alât:
aletler, vasıtalar.
âyine:
ayna.
basîrâne:
görerek, bilerek, ba-
siret sahibine yakışır şekilde.
bürhan:
delil, hüccet, kanıt.
camit:
ruhsuz, sert, cansız.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan büyüklük ve şeref sa-
hibi yüce Allah.
cihazat:
cihazlar, aletler, aza-
lar.
cilve:
görüntü, tecelli, yan-
sıma.
cüz’î:
küçük.
davet:
çağırma.
ehemmiyet:
önem.
esbap:
nedenler, sebepler.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakîmâne:
hikmetli, faydalı
bir şekilde.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
halk etmek:
yaratmak.
havale etmek:
göndermek,
bir işin yapılması için başka-
sına yollamak.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yaratma.
icat vermek:
yaratma gücü
olduğunu düşünmek.
icat:
var etme, yaratma.
iman:
inanma, itikat.
1.
İman nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun.