Ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve echel
yaptığını bil, ibret al.
Acaba her senede dört yüz bin envaı birden zemin yü-
zünde icat eden; ve semavat ve arzı altı günde halk eden;
ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha sanatlı, hik-
metli, zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye,
bir ilm-i ezelînin dairesinde plânları ve miktarları taayyün
eden mevcudat-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir ecza ile
yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen
bir ecza misillü, gayet kolay o madumat-ı hariciye olan
mevcudat-ı ilmiyeye vücud-i haricî vermeyi o kudret-i
ezeliye’den uzak görmek ve icadı inkâr etmek, evvelki
güruh olan sofestaîlerden daha ziyade ahmakane ve ca-
hilânedir.
Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-i ihtiyâ-
rîden başka ellerinde olmayan, firavunlaşmış kendi nefis-
leri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir
zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icat edemediklerin-
den ve güvendikleri esbap ve tabiatın ellerinde hiçten
icat gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yok-
tan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu batıl ve ha-
ta düsturu kadîr-i Mutlak’a teşmil etmek istiyorlar.
evet, kadîr-i zülcelâl’in iki tarzda icadı var:
Biri ihtira ve ibda iledir. Yani hiçten, yoktan vücut ve-
riyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icat edip eline ve-
riyor.
Lem’aLar | 451 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
meme, inanmama.
inşa:
vücuda getirme, yaratma.
Kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
Kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sahibi
ve her şeye gücü yeten Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
Kudret-i ezeliye:
Ezelî kudret,
başlangıcı olmayan sonsuz İlâhî
güç, kuvvet.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
madumat-ı hariciye:
hariçten,
başkası tarafından görünmeyen.
İlâhî ilim dairesinde olan.
maskara:
herkesi kendine güldü-
ren, soytarı.
mevcudat-ı ilmiye:
başkası tara-
fından görülmeyen, Allah’ın son-
suz ilmi dairesindeki mevcudata
ait ilim ve plânlar.
misillü:
gibi, benzeri.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
plân:
program.
semavat:
semalar, gökler.
Sofestaî:
Allah’ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını da
inkâr eden.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
taayyün:
belli olma.
tarz:
biçim, şekil.
teşmil etmek:
içine alma, genel-
leştirme.
vücud-i haricî:
vücudu ve varlığı
ortaya çıkan, bilinen.
vücut:
varlık.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, atom.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
ziyade:
çok, fazla.
âciz-i mutlak:
her bakımdan
güçsüz, zayıf.
ahmak:
pek akılsız, sersem,
budala.
ahmakane:
ahmakçasına,
akılsızca.
arz:
yer, dünya.
batıl:
boş, saçma, uydurma.
bedbaht:
zavallı, bahtsız, kıs-
metsiz.
cahilâne:
cahilce, bilgisiz bir
şekilde.
cihet:
yön.
cüz-i ihtiyârî:
azıcık bir seçme
hürriyeti, irade ve dilemeye
bağlı tercih fiili.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
düstur:
kaide, prensip, esas.
echel:
en cahil, bilgisiz.
ecza:
ilâç yapmaya yarayan
veya sanayide kullanılan mad-
delerin genel adı.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esbap:
nedenler, sebepler.
evvel:
önce.
firavunlaşmak:
kötü, acımasız
bir insan olmak.
gayet:
son derece, çok.
güruh:
cemaat, topluluk, ta-
kım.
halk eden:
yaratan, meydana
getiren.
hikmetli:
bilgiye dayalı, gayeli,
faydalı.
ibda:
örneksiz olarak, eşsiz bir
şekilde yaratma.
icat:
yoktan var etme, ya-
ratma.
idam:
yok olma.
ihtira:
benzeri görülmemiş bir
şey icat etme, hiçten yaratma.
ilm-i ezelî:
ezelî ilim, Cenab-ı
Hakkın sonsuz ezelî ilmi.
inkâr:
kabul ve tasdik et-